‘... ve hiçbirimiz korkmuyorduk ölümden, çünkü ölümün ne olduğunu anlayacak durumda değildik.’
Kitabı en iyi anlatan alıntı bu.
‘...cinnet ve dehşet’ diye başlıyor kitap, savaş anlatılıyor ama ne savaş. Bu kitabı okuyana kadar okuduğum her şeyi unuttum. Kızıl Kahkayı gördüm her yerde.
Henüz gencecik bir subayın kendi ordusu tarafından bacaklarını kaybetmesine sevinmesi ne demek bunu okudum. Düşünün kendi ordusu tarafından oluyorsa bu olay, oradaki hengameyi, can pazarını siz düşünün. Subay buna seviniyor çünkü evine dönecek.. Döndüğünde yaşadığı dehşet biter mi? Bitmez!
Deliren insanlarla dolu etraf. Diyor ki, bir insan üç günden fazla uyumazsa hasta olur. Ve diyor ki ‘deli, burda çok var, geçende ipten aldık ama yine yapacaktır’
.
Eve dönen subayda da hafıza kaybı başlıyor. Karısının adını unutuyor ve ona ‘karım!’ diye sesleniyor. Sürekli bir şeyler yazıyor (yahut sanıyor), perdeleri kapalı bir odada gece hissederek karalıyor..
Toprak ölenleri alamıyor, yerden ölü bitiyor..
.
Kitap iki parçadan oluşuyor. Biri subayın günlük gibi tutmaya çalıştığı metinler, diğeri eve döndükten sonra kardeşinin gözlemleri..
.
Ben anlatmaya çalışsam da başaramayacağım buradaki ruh durumlarını. Savaşı en iyi, en acı haliyle anlatan bir Metin bu kitap.
Daha ilk sayfada o yakıcı sıcakta kavrulmaya başladım. İnsanların atıldığı o çukurdaki vahşeti ki burada gerçekten yazmak istemiyorum çünkü okunmalı, sanki gözlerimle gördüm.!
.
Kısa fakat bir o kadar da uzun bir metin. İyi ki bulunmuş da basılmış.
Okuyun demekten başka bir şey diyemiyorum.
.
Huzurla