FAHRİYE ABLA
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla!
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
Sarmaşıklarla balkonu
Süzülür odama her sabah erken,
Bir gümüş ve yayvan tepside gülen
Gözlerinin daha uyku ucunda;
En serin su buhar olur avcunda.
Ve bir rüya gibi sessiz yürürken
Yumuşak zincirini sürüyecekten
Avuç içi kadar ufak odamda.
Sanki küçük kalbi vurur eşyamda.
Her şey yankılanır onun sesinden,
Ayırdedilemezken gölgesinden
Elinin dokunmuş olduğu şeyler
Ürperir, canlanır sanki ve güler.
Çiçekleri sularken akşamüstü
Bol saçlı başında tembel bir örtü,
Yumuşak zincirini sürüyecekten
Eski bir şarkıyı tekrarlar, neden:
Pencereden selam verir mendilim
Senden başka yoktur benim sevgilim ...
Yeşil gözlerinde akşamın rengi
Mor gagalarında fecir, bulutlar.
Bitmez tükenmez kuş sürüsü gibi
Dağlar arkasından gelir bulutlar.
Bulutlar binlerce ve dizi dizi
Batı uçlarında dikilmiş putlar.
Bulutlar her akşam içip denizi
Gökkubbede şölen kuran mabutlar.
Bulutlar kuzeyin buz dağlarından
Sıcak vadilere inen mamutlar.
Ve gözlerimize dolup da bazan
Döken içimize zehir, bulutlar!
Hoyrattır bu akşamüstüleri daima.
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik