Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Düşünmemek...
Düşünmemek – zaten sizin de istediğiniz budur. Işıkları söndürürsünüz, çünkü ışığın her şey gibi düşünceleri de uyandırıp gerçeğe taşıdığını sanırsınız. Karanlığa sığınıp karanlığın kollarında saklanmak istersiniz. Daha rahat soluk almak için üzerinizdeki giysileri çıkarır; artık hissetmemek, biraz dinlenmek için kendinizi yatağınıza atarsınız. Ama düşünceler, onlar dinlenmek bilmezler; artık bitap düşmüş duygularınızın etrafında yarasalar kadar karmaşık ve gizemli şekilde kanat çırpar ve fareler kadar açgözlülükle kurşun kadar ağır yorgunluğunuzu kemirir, oyarlar. Ne kadar sakin yatarsanız, anılar o kadar huzursuzluk verici, karanlıkta gözlerinizin önünde uçuşan hayaller o kadar canlı, heyecanlandırıcı olurlar. Böylece yatamaz kalkar ve gözlerinizin önünden gitmek bilmeyen bu hayaletlerden kurtulmak için ışığı yakarsınız. Ama ışık yanar yanmaz gözünüze ilk çarpan, yine mavi zarf ve sandalyenin kenarına atılmış çay lekeli ceketiniz olur. Her şey size unutmak istediklerinizi anımsatmakta, sizi uyarmaktadır. Düşünmemek – sizin de istediğiniz budur ama bilinciniz buna izin vermez. Böylece odada bir aşağı bir yukarı dolaşır, dolabı, sonra birbiri ardından çekmeceleri açıp karıştırmaya başlarsınız, ta ki içinde uyku ilaçları olan küçük cam şişeyi bulana dek. Sonra yine kendinizi yatağa atarsınız. Ama kaçış olanaksızdır. Uykuda da karanlık düşüncelerin dinlenmek bilmez fareleri uykunun karanlık kabuğunu kemirir ve siz sabah uyandığınızda kendinizi vampirler tarafından kanı emilmiş biri gibi bitkin ve halsiz hissedersiniz.
Çünkü belleğim pek gariptir; hem iyidir hem kötü; değişken olmakla beraber inanılmayacak kadar sadıktır; çoğu zaman, en önemli olayları yahut evvelce gördüğüm yüzleri, en derin uçurumlarına kadar götürüp saklar ve benim iradem, belleğimin bunları tekrar bana vermesine yetmez asla. Fakat en küçük bir ipucu, mesela resimli bir kartpostal, bir zarf üzerine karalanmış bir iki kelime yahut sararmış bir gazete sayfası, o hatıranın, oltaya yakalanmış bir balık gibi, bilinçaltının gizemli yüzeyinde çırpınmasına yeterli olur.
Reklam
Belleksel yeteneklerimizin yetersizliğini ve eksikliğini bir kere daha görmek canımı sıkıyordu. Fakat ne olursa olsun, bu hatırayı ele geçirmek ümidinden vazgeçmiyordum. Biliyordum ki en küçük bir olayı yakalasam sorun kalmayacaktı. Çünkü belleğim pek gariptir; hem iyidir hem kötü; değişken olmakla beraber inanılmayacak kadar sadıktır; çoğu zaman, en önemli olayları yahut evvelce gördüğüm yüzleri, en derin uçurumlarına kadar götürüp saklar ve benim iradem, belleğimin bunları tekrar bana vermesine yetmez asla. Fakat en küçük bir ipucu, mesela resimli bir kartpostal, bir zarf üzerine karalanmış bir iki kelime yahut sararmış bir gazete sayfası, o hatıranın, oltaya yakalanmış bir balık gibi, bilinçaltının gizemli yüzeyinde çırpınmasına yeterli olur. O zaman, vaktiyle tanıdığım bir kişinin her özelliğini tekrar hatırlarım; onun ağzının biçimi, dişlerinin aralığı bile gözümün önüne gelir; kıvrak kahkahasını işitir gibi olurum; yüzünün neşeli ve gülümser çizgilerini görürüm. Bütün bunlar eksiksiz bir netlikle karşımda belirir ve o adamın bana söylediği her kelimeyi hatırlarım. Geçmişi yakalayabilmek için, daima hislerimin güçlü bir şekilde harekete geçirilmesine ve belirgin, minimini bir olaya ihtiyacım vardır.
İlk paragrafı okuduktan sonra gözlerimi kapatıp düşünmeye başlıyorum. Hep böyle yaparım. Kimi zaman ilk paragraftan, kimi zaman daha da sabırsız davranıp ilk cümleden sonra nasıl bir dünyaya girmek üzere olduğumu düşünürüm. Her seferinde de ilk paragrafın bana sunduğu karakterleri, atmosferi, cümleleri kısa sürede terk edip yazara yoğunlaşırım. Neden böyle bir giriş yaptı? Bunları yazarken ne düşünüyordu? Giriş bölümünü kaç kere değiştirdi? İlk hali nasıldı? Yoksa bu satırları yazmaya başladığında konunun nereye gideceğini bilmiyor muydu? Yazmaya başlamadan önce havaya girmek için eline boş bir zarf alıp kapağına kocaman bir ünlem işareti koydu mu? Neden kocaman dedim? Ünlem işaretinin boyutunu belirten bir sıfat yok ki ortada. Ama okur benim; boyutlarla, sıfatlarla, renklerle dilediğimce oynayabilirim... Sadece bunlarla değil elbette; yazarın net bir şekilde belirtmek gereksinimi duyduklarının dışında her şeyle oynayabilirim. Bu yaptığımın saçma olduğunu ben de biliyorum ama dört dörtlük okur olmak gibi bir kaygım yok. Böyleyim ben; "bildiğimi okuyorum"... Kapatıyorum kitabı. Gün boyunca ilk paragrafı düşüneceğim, böyle bir girişten sonra neler olabileceğini hayal edeceğim, sadece gizemli zarfı, onu paltosunun cebine tıkıştıran adamı değil, yazarı da düşüneceğim. Akşam kitabı tekrar elime aldığımda gün boyunca nasıl da saçmalamış olduğumu göreceğim. Hep böyle oluyor. Yazarın kurduğu dünyadan daha parlak bir dünya oluşmuyor kafamda.
Çok iyi...
Düşünmemek – zaten sizin de istediğiniz budur. Işıkları söndürürsünüz, çünkü ışığın her şey gibi düşünceleri de uyandırıp gerçeğe taşıdığını sanırsınız. Karanlığa sığınıp karanlığın kollarında saklanmak istersiniz. Daha rahat soluk almak için üzerinizdeki giysileri çıkarır; artık hissetmemek, biraz dinlenmek için kendinizi yatağınıza atarsınız. Ama düşünceler, onlar dinlenmek bilmezler; artık bitap düşmüş duygularınızın etrafında yarasalar kadar karmaşık ve gizemli şekilde kanat çırpar ve fareler kadar açgözlülükle kurşun kadar ağır yorgunluğunuzu kemirir, oyarlar. Ne kadar sakin yatarsanız, anılar o kadar huzursuzluk verici, karanlıkta gözlerinizin önünde uçuşan hayaller o kadar canlı, heyecanlandırıcı olurlar. Böylece yatamaz kalkar ve gözlerinizin önünden gitmek bilmeyen bu hayaletlerden kurtulmak için ışığı yakarsınız. Ama ışık yanar yanmaz gözünüze ilk çarpan, yine mavi zarf ve sandalyenin kenarına atılmış çay lekeli ceketiniz olur. Her şey size unutmak istediklerinizi anımsatmakta, sizi uyarmaktadır. Düşünmemek – sizin de istediğiniz budur ama bilinciniz buna izin vermez. Böylece odada bir aşağı bir yukarı dolaşır, dolabı, sonra birbiri ardından çekmeceleri açıp karıştırmaya başlarsınız, ta ki içinde uyku ilaçları olan küçük cam şişeyi bulana dek. Sonra yine kendinizi yatağa atarsınız. Ama kaçış olanaksızdır. Uykuda da karanlık düşüncelerin dinlenmek bilmez fareleri uykunun karanlık kabuğunu kemirir ve siz sabah uyandığınızda kendinizi vampirler tarafından kanı emilmiş biri gibi bitkin ve halsiz hissedersiniz.
BEŞ PORTAKAL ÇEKİRDEĞİ 82-90 yılları arası Sherlock Holmes vakalarıyla ilgili aldığım notlara bakınca, o denli çok sayıda garip ve ilginç olaylar olduğunu görüyorum ki aralarından birini seçmekte zorlanıyorum. Bazıları gazetelerde yayımlandı, bazıları ise hiç gün ışığı görmedi. Benim amacım da bu ikincileri anlatmak. Kimi vakalar, Holmes'un
Reklam
Gizemli Zarf
(İnsanın, sürekli yaşadığını hissetmesi için, bazı değişmez ölçülere başvurması iyi oluyordu.) Sonra, birden o zarfı gördüm. Koridorda bulunan tanıdık eşyanın dışında tek yabancı şey olduğu için, onu hemen gördüm: Rafın üstünde duruyordu. İçine oda kapılarının anahtarları konulduğu için vazonun yeri orasıydı, taşı bittiği için bir
Sayfa 35 - İletişim Yayınları 53 Bütün Eserleri 4 Hikâyeler 1987Kitabı okuyacak