Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

272 syf.
·
Puan vermedi
HAYATIMIZ PAHASINA NELERİ BAĞIŞLIYORUZ?
2017 yılında Nobel edebiyat ödülü alan Kazuo Ishıguro’nun “Beni Asla Bırakma” adlı romanı, Ishiguro’dan okuduğum ilk romandı ve kitabı okuyup bitirdiğimde karışık duygular yaşadım. Kitabı okurken pek çok eserle bağlantı kurdum -bu bağlamda kitap zihin açıcıydı benim için- ancak diğer taraftan kitap bende sebebini bilmediğim bir eksiklik hissi uyandırdı. Esere bir bütün olarak baktığımda bu eksiklik hissinin pek çok nedeni olabileceğini düşündüm: Yazarın diline ve üslûbuna alışkın olmamam, okuduğum metinlerde az da olsa edebî bir lezzet arıyor olmam, “ben anlatıcı”dan kaynaklı olarak metnin anlatımının bana tekdüze gelmesi, anlatılan konu son derece merak uyandırıcı olduğu halde konuya ilişkin detayların yetersizliği gibi sebepler ilk aklıma gelenler. Ancak kitabın son elli sayfasından sonra açıldığını ve finalde de bana çok derin bir hüzün duygusu yaşattığını da sözlerime eklemeliyim. Ben bu yazıda kitabı bendeki çağrışımlarımdan hareketle değerlendirirken diğer taraftan da “Kitap bize ne anlatmak istiyor olabilir?” sorusuna da cevap aramak istiyorum. Kazuo Ishiguro’nun “Beni Asla Bırakma” adlı romanının kahramanı Kathy H., otuz bir yaşında, organ bağışçısı olması için klonlanmış insanlara bakıcılık yapan (kendisi de klon olan) bir kadındır. Sekiz ay daha çalıştığı takdirde bu işte on iki yılı dolacaktır. Önceleri bakıcılık yapacağı hastaları seçme hakkı yokken son yıllarda kendisine seçme hakkı verilmeye başlanmış ve Kathy de Hailsham’da (klonların eğitim aldıkları yatılı okul) beraber okuduğu arkadaşları Ruth ve Tommy’ye -farklı zamanlarda- bakıcı olma görevini üstlenmiştir. Romanda olaylar Kathy’nin ağzından anlatılır ve Kathy sık sık geçmişe dönerek roman boyunca yaklaşık yirmi beş yıllık bir süreci farklı dönemler halinde okuyucuya aktarır. Bu aktarımlar sayesinde okuyucu farklı karakterlere sahip bireyler olan Ruth, Tommy ve Kathy ile birlikte onların Hailsham yıllarındaki gözetmenlerini ve arkadaşlarını da ana hatlarıyla tanır. Roman bir taraftan organ bağışçısı olması için özel olarak klonlanmış bireylerin çocukluk ve gençlik yıllarından çeşitli kesitler aktarırken diğer taraftan da satır arasında verdiği bazı detaylarla bizim çağrışım dünyamızı harekete geçirir. Kitap, klonlanmış bireylerin hayatını anlattığı için karakterlere farklı bir gözle bakıyor ve ilk etapta  onların hayatıyla kendi yaşadığımız hayat arasında bağ kurmuyor özdeşim yapmıyoruz. Bu durum yazarın bilinçli tercihi olabilir. Yazar, bizimle karakterleri arasına böyle bir engel koymak suretiyle onların hayatına dışardan bir gözle bakmamızı istiyor olabilir. Oysaki kitaba biraz daha derin bir gözle baktığımızda, perdenin arkasına geçtiğimizde, anlatılanın bizim hikayemizden hiç de farklı olmadığı gerçeğiyle çarpılıyoruz ve adeta soğuk bir duş etkisi yaşıyoruz, bu da ister istemez romanı en baştan itibaren yeniden gözden geçirmemize sebep oluyor ve roman tam da bu noktada kat kat açılmaya başlıyor. Kazuo Ishiguro’nun hayat hikâyesine baktığımızda, 1954 yılında Nagazaki’de dünyaya geldiğini, beş yaşında ailesiyle birlikte İngiltere’ye taşındığını ve eğitimini İngiltere’de tamamladığını görüyoruz. Kaynaklarda kendisinden “Japon asıllı İngiliz” diye söz ediliyor. Ishiguro, bol ödüllü bir yazar ve “Beni Asla Bırakma” yayımlandığı yıl Time tarafından "İngilizce yazılmış en iyi 100 roman" listesine alınmış. Ishiguro’nun hayat hikayesinde bana göre dikkati çeken bir ayrıntı da onun yaratıcı yazarlık eğitimi alması. Bu bilgilerle esere yeniden baktığımızda eserde pek çok önemli edebî esere göndermeler olduğunu söylememiz mümkün. Kitabın başlarında  şöyle bir alıntı dikkatimizi çekiyor: “Tommy kendine has bir suluboya resim yapmıştı -yüksek çalılıklar arasında duran bir fil- ve her şeyi başlatan da buydu. Bu resmi bir tür şaka olarak yaptığını söyledi.”(s.26) Dünya edebiyatının -yetişkinler tarafından da- en çok okunan çocuk kitaplarından “Küçük Prens”in çocuk kahramanı da kitabın başında bir resim çizer. Resmini büyüklere gösterdiğinde aldığı yanıt hep aynıdır, bütün yetişkinler onun bir şapka çizdiğini söylerler. Oysaki çocuk “fil yutmuş bir boa yılanı” çizmiştir. Çocuk, büyüklerin resmini rahatça anlamaları için fil yutmuş boa yılanını bu sefer de içini göstererek çizmiştir. “Beni Asla Bırakma”ya döndüğümüzde Tommy’nin arkadaşları onun çizdiği fil resmini beğenmeyerek onu dışlarlar, öğretmenleri de çizimlerini beğenmezler, sonrasında Tommy’nin kitabın ilerleyen sayfalarında hayvanları içten resmeden detaylı çizimler yaptığını, hatta Kathy ile aşk yaşadığı dönemde bu çizimlere yeniden dönüş yaptığını görmekteyiz. Ishiguro’nun romanının daha ikinci bölümünde Küçük Prens’e yaptığı bu gönderme, Tommy’nin farklı kişiliğine bir vurgudur, ancak bence bu detay aynı zamanda insanlığa da bir uyarı niteliği taşımaktadır. Önemli olan herkes gibi olmak, herkes tarafından beğenilmek, taklitçi olmak değildir, esas olan özgünlüktür ve ancak özgün insanlar insanlığa bir değer katabilirler. Tommy özgün olmayı başarabilir mi, içinde yaşadığı çemberi kırabilir mi derseniz evet biz okur olarak onun bunu başarmasını çok isteriz, ama Tommy kendini feda ederken başka bir şey yapar, içimizdeki isyan duygularını harekete geçirir, biz romanı okuyup bitirdiğimizde Tommy ve Kathy için derin bir hüzün duyarız ve bu kahramanlar mağlubiyetleriyle galip olurlar adeta. Ishiguro, organ bağışı için klonlanan çocukların Hailsham’daki maceralarını bize Kathy vasıtasıyla aktarırken son derece normal bireylerin günlük yaşamlarını aktarıyormuş gibi bir dil kullanır, hatta yer yer “İki Yıl Okul Tatili” tadında bir kitap okuyor gibi hissettirir, öyle ki romanın başlarında okuyucu Hailsham’ı özel çocukların eğitim aldığı çok iyi bir yatılı okul, oradaki çocukları da özel çocuklar zannedebilir, ancak kitap ilerledikçe Lucy ismindeki gözetmenin de açıklamalarıyla gerçekler yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlar. Bana göre kitaptaki tek aykırı karakter olan ve bazı açıklamalarından dolayı gözetmenlikten alınan Lucy’nin şu sözleri bu çocukların gerçek hikayesini okuyucuya hissettirir: “Hayatlarınız sizin için önceden kararlaştırıldı. Yetişkin olacaksınız ve sizler yaşlanmadan, hatta orta yaşa bile gelmeden, hayati organlarınızı bağışlamaya başlayacaksınız. Her biriniz bu nedenle yaratıldınız. Filmlerini seyrettiğiniz aktörler gibi değilsiniz, benim gibi bile değilsiniz. Bu dünyaya belli bir amaçla getirildiniz ve geleceğiniz, hepinizin geleceği önceden belirlendi(...) Yakında Hailsham’dan ayrılacaksınız, çok zaman geçmeden organlarınızı bağışlamaya başlayacaksınız. Bunu unutmayın. Doğru düzgün yaşayacaksanız kim olduğunuzu ve sizi nelerin beklediğini bilmeniz gerekir.” (s.83) Lucy’nin sözleri her ne kadar Hailsham çocuklarına olsa da yaşamı tüm gerçekleriyle kabullenme ve ona göre yaşama konusunda bize de çok önemli şeyler söylüyor. Kathy, Ruth, Tommy ve diğer klon çocukların her şeyi kabullenişleri, hiçbir zaman isyana yeltenmeyişleri, pasif tavırları canımızı sıksa da bizi sinirlendirse, hatta içten içe onların adına isyana itse de elimizden bir şey gelmiyor ve son kertede kabullenip oturuyoruz. Peki biz ne yapıyoruz? Altı yedi yaşında başladığımız okul hayatımıza, çoğunlukla ailemizin bizim için ve bizim yerimize çizdiği sınırlar çerçevesinde başlayıp üniversiteye kadar devam eden bir maratonu koşar gibi devam ediyoruz. Çoğumuz gelecek kaygısıyla, iş bulma endişesiyle istediğimiz bölümleri dahi okuyamıyoruz. Hadi diyelim ki o konuda şanslıyız ve istediğimiz bölümü okuduk, sonrasında eğer hala enerjimiz kaldıysa tekrar tekrar eleme ve seçmelere maruz kala kala insanlıktan çıkmıyor muyuz?   Törpülene törpülene yaşıyoruz adeta. Biraz düşünmeye kalkıştığımızda, biraz sesimizi çıkardığımızda dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Hayat tıpkı “boa yılanının yuttuğu fil gibi” midemize oturuyor, yaşadıklarımızı hazmetmek için çabalarken bir de insanlara dert anlatmaya çalışmak, “bu bir şapka değil aslında fil yutmuş boa yılanı” diye açıklamalarda bulunmaya çalışmak da işin bir başka boyutu. Farkında olmak yetmiyor, bu farkındalıkla yaşamak da ayrı bir mücadele, ayrı bir çaba gerektiriyor. Ve tıpkı Ishiguro’nun kahramanları gibi hayatî organlarımızı bağışlaya bağışlaya yavaş yavaş tükeniyoruz. Önce kalbimizden vazgeçiyoruz yontula yontula eskisi gibi sevemez olma pahasına. Ardından beynimizi veriyoruz “düşünsek de bir şey değişmeyecek” diyerek. Sonra belki gözlerimizden vazgeçiyoruz gerçeklere gözlerimizi kapatarak, sonra kulaklarımızı tıkıyoruz ve artık her şeyi eskisi gibi duyamaz oluyoruz. Ve böyle böyle tıpkı Ishiguro’nun kahramanları gibi tükeniyoruz. O halde bizim bu klonlardan ne farkımız var? Bir kez daha düşünelim bence… Bu uzun yazıyı BLOGUMDAN daha rahat okumak isterseniz: hercaiokumalar.wordpress.com/2018/04/09/kazu...
Beni Asla Bırakma
Beni Asla BırakmaKazuo Ishiguro · Yapı Kredi Yayınları · 20217,6bin okunma
··1 alıntı·
9,4bin görüntüleme
Muzaffer Akar okurunun profil resmi
Bir kitap böyle okunmalı dedirten tarzda bir inceleme. Teşekkür ederiz. Bence yazar, okuyucuda kitabı bitirince oluşan eksiklik ve yavanlık duygusunu bilerek veriyor ki, okuyucu neydi şimdi bu deyip okuduklarını sizin gibi anlamlandırsın. Diğer eserlerinde de bu durum var.Murakami’de de bunu görüyoruz hatta işi ileri götürüp Orhan Pamuk’un son iki romanında da bu durumu gördüğümü belirteyim. Modern romandan sonraki Postmodern akımdan sonra oluşan bu yeni tarza da bir isim bulmakta gecikmezler sanırım. İyi okumalar.
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Teşekkür ederim kıymetli yorumunuz ve katkılarınız için.Kitabın bana açılmasında, sizin moderatörlüğünüzün ve okuma grubumuzdaki okur arkadaşlarımın her biri birbirinden kıymetli yorumlarının katkılarını inkar edemem. Bunun için size ve okuma grubumuzdaki tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum.
2 sonraki yanıtı göster
Selman Ç. okurunun profil resmi
Emeğinize sağlık. Blogdan okumuştum bir defa daha okudum. Ben kitabı sevemedim ama bu incelemeyi sevdim. Şu bölüm doruk noktası "Törpülene törpülene yaşıyoruz adeta. Biraz düşünmeye kalkıştığımızda, biraz sesimizi çıkardığımızda dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Hayat tıpkı “boa yılanının yuttuğu fil gibi” midemize oturuyor, yaşadıklarımızı hazmetmek için çabalarken bir de insanlara dert anlatmaya çalışmak, “bu bir şapka değil aslında fil yutmuş boa yılanı” diye açıklamalarda bulunmaya çalışmak da işin bir başka boyutu. Farkında olmak yetmiyor, bu farkındalıkla yaşamak da ayrı bir mücadele, ayrı bir çaba gerektiriyor. Ve tıpkı Ishiguro’nun kahramanları gibi hayati organlarımızı bağışlaya bağışlaya yavaş yavaş tükeniyoruz. Önce kalbimizden vazgeçiyoruz yontula yontula eskisi gibi sevemez olma pahasına. Ardından beynimizi veriyoruz “düşünsek de bir şey değişmeyecek” diyerek. Sonra belki gözlerimizden vazgeçiyoruz gerçeklere gözlerimizi kapatarak, sonra kulaklarımızı tıkıyoruz ve artık her şeyi eskisi gibi duyamaz oluyoruz. Ve böyle böyle tıpkı Ishiguro’nun kahramanları gibi tükeniyoruz. O halde bizim bu klonlardan ne farkımız var? "
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Selman Bey. "Kitabı sevemedim ama bu incelemeyi sevdim" iddialı olmuş, estağfurullah. Kitap, Istanbul Okuma Grubu etkinliği sayesinde kendini açtı aslında. Ben de buradan başta, muhteşem moderatörlüğüyle kitabı keşfetmemize yol açan
Muzaffer Akar
Muzaffer Akar
'a ve etkinlikte konuşan tüm kitap dostlarıma teşekkür ediyorum. Biraz gecikmiş bir teşekkür olsa da:)
Bu yorum görüntülenemiyor
Nesrin A. okurunun profil resmi
Ben de blogunuzdan okumuştum Ayşe Hanım bu yazıyı, kitabı okumadım ama sanırım genel bir memnuniyetsizlik vardı buluşma için okuyup inceleme yapanlar arasında. Son paragraf mükemmel olmuş Selman Beyin dediği gibi. Kaleminize sağlık :)
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Evet memnuniyetsizlik konusunda haklısınız Nesrin Hanım ama kitap biraz farklı. Okuma grubunda da dikkatimi çekmişti en güzel yorumları o memnuniyetsizler yaptı:) Ben de o gruba dâhildim aslında ama yazarken geri dönüp notlarıma baktığımda kitap kendini açtı. Bu benim de ilk defa yaşadığım bir his aslında.
Kaan Ö. okurunun profil resmi
Toplantıya katılamadığımdan ne yazık ki yorumları dinleyemedim ama size kitbı beğenmediğimi söylemiştim. Bununla ilgili kitabın içeriğiyle ya da yazarın üslubu ve kitabın kurgusuyla alakalı kendimce sebeplerim vardı. Bağışçıların durumu kabullenmişlikleri bana doğal gelmemişti en önce. Hayatta kalma içgüdüsünün ne olursa olsun öğretilmiş şeylere baskın gelmesi gerektiğini düşünenlerdenim . Ama okuduğum bir yorumda bir okuyucu şöyle bir çıkarımda bulunmuş: "Aslında insanların çoğunluğu durumu ne kadar kötü olsa da isyan etmez. Filmlerde, romanlarda gördüğümüz isyan eden "kahramanlar" istisnalardır. Sıradan, "normal" insanların düzen ne kadar kötü olsa da hele bu şekilde eğitildilerse de kaçması, isyan etmesi çok güçtür." Bilemiyorum, bu durum yazarın bilinçli seçimi, o yüzden bu konuda bir eleştiri getirmek anlamsız aslında. Ama kitabın akıcı olmadığını düşünüyorum. Anlatım sürekli kesintiye uğruyor. Demin bilgisayarda kitabın e-pub'ını açıp beni rahatsız eden bazı sözcük gruplarını arattım. Mesela 270 küsür sayfalık kitapta "her neyse" sözü 53 defa geçiyor, "demek istediğim" ise 15 defa. Çeviriyle ilgili sıkıntılar olsa bile bence bu durumu açıklamaya yetmiyor. Okurken sürekli bunlarla karşılaşınca yazarın iyi bir kurgu oluşturmadan, çalakalem yazdığı hissi uyanıyor bende. Bir şey anlatmaya çalışıyor, yazıyor yazıyor, sonra konudan saptığını farkedip bu sözcükleri kullanıyor. Nobel ödüllü olması ister istemez bir beklenti oluşturmuştu bende. O yüzden dil olarak beklentimin altında kaldı. Kitabın asıl başarısı okuyucusuna düşündürdüklerinde. O yüzden Selman'ın "Ben kitabı sevemedim ama bu incelemeyi sevdim" sözlerine katılıyorum. Elinize sağlık :)
3 önceki yanıtı göster
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Kaan Bey. Yorumunuzda dile getirdiginiz düşüncelere ben de aşağı yukarı katılıyorum. Bana bu yazıyı yazdıran, toplantıda yapılan beyin fırtınasıydı aslında. Siz de son cümlede ifade etmişsiniz kitabın asıl başarısı belki de okuyucularına bunları düşündürmesinde.
Osman Y. okurunun profil resmi
Blogdan okumuştum ben de. Ortak noktalar yakalamışız bunu kitap buluşmasında da görmüştüm sizin tepkinizden :) O gün de anlatsanız biraz iyiydi ama olsun yazı daha kalıcı zaten :) Farklı ve özel bir adam bu tanışmamız çok faydalı oldu. Elinize sağlık.
Pelşinn okurunun profil resmi
Hocam öncelikle elinize emeğinize sağlık ..çok güzel çok detaylı bir inceleme olmuş ancak kitabı okumak gibi bir merakım kalmadigini söylemem gerekiyor çünkü üzerinde düşünecek birşey bıraktığınız sanmıyorum 🙄ama itiraf etmem gerekiyor ki son paragraf şahane otesiydi hani şu son darbe mükemmeldi. .konuyu bu kadar güzel bağlamanız büyük bir ustalik sonucu olsa gerek . Tebrik ederim 💐 💐💐 yolun yarısında da olsam daha fazla organ kaybetmemek için elimden geleni yapacağım ♥️♥️
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Teşekkür ederim:) Siz yine de okuyun, kitapta daha fazlası var.
1 sonraki yanıtı göster
Canan Pala okurunun profil resmi
Bilhassa yazarın bana çok yabancı gelen dili dolayısıyla ilk 28 sayfaya kadar iç sıkıntısıyla ve bırakmayı düşünerek okuduğum kitabı yorumunuz sayesinde artık bitireceğimi biliyorum. Çok teşekkürler..🙏🏻
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Yazar da "beni asla bırakma" diyor.:) Bitirdiğinizde mutlu olursunuz umarım. Keyifli okumalar diliyorum.
Begüm Yılmaz okurunun profil resmi
Harika bir anlatım olmuş .. yazan ellernize,oluyan gözlerinize sağlık.. kazuo nun öksüzlüğümüz adlı eserimide okumanızı tavsıye ederım.. özgün anlatımınızı merakla beklıyor olacağım ..
Hercaiokumalar /Ayşe
Hercaiokumalar /Ayşe
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Begüm Hanım:)
Hatice ︎ okurunun profil resmi
Emeğinize sağlık çok güzel ve detaylı bir inceleme olmuş :)
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim:)
13 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.