Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

170 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
34 saatte okudu
4 ELEMENT, EVRİM, TANRI EŞİTTİR HAY BİN YAKZAN
YouTube kitap kanalımda hayatımdaki en özel kitaplardan biri olan Hay bin Yakzan'ı önerdim: ytbe.one/RPBKYP_K568 İlk felsefi roman, Tanpınar'ın deyişiyle "Müslüman aleminin tek romanı", Spinoza'nın çeviri yaptığı bir evrendoğum (kozmogoni) kitabı, bir "ilk" arama kitabı, bir nevi insanlık için bir "ilk" yardım. Bir kitap düşünün ki, içerisinde hem 4 elementten insanın olgunluğuna erişimine kadar geçirdiği süreç hem evrime göndermeler hem Kur'an motifleri ve tasavvufu savunanlar için ek olarak tasavvufi görüşler hem de evrenin başlangıcına ait bir arayış var. İşte o kitap, bu kitap. Bugüne kadar okuduğum ilk evrendoğum kitabı. Öncelikle kitapta pek çok yerde geçen özdek tanımından başlamalı. Özdek, bilinçten bağımsız olarak var olan her şeydir. Aldığı ilk biçimler su, hava, ateş ve topraktır. Ama yine de konumuz Avatar değil. Söz konusu olan, hepimizin hayatlarının başlangıcı ve daha doğrusu evrenin başlangıcına doğru zamansız bir fener tutma "id"i. Kitapta önce İbn Sina'nın Hay bin Yakzan'ı, daha sonrasında da İbn Tufeyl'in Hay bin Yakzan'ı var. Evreni, akıl ile anlamlandırma süreçlerinden geçen çeşitli insanların bir bedende dünyaya getirildiklerinin bilincinde olmalarının sonucunda düşünme süreçlerine indirgenen bir farkındalık anlatılmakta. Etkin bir akılla birlikte, öfke ve kösnü güçlerine hakim olan insanın kendi bedensel güçlerinin akli güçlerinin önüne geçmesinin savaşı ön planda. Her şeyden önce, özdek konusu evren gibi kitabın da ana hammaddeleri. Özdek ile biçimleşmenin ilk buluşmasından oluşan 4 elementle birlikte maden, bitki, hayvan ve insanın oluşumları akılla duyuların, aklın kendi kendine hükmedebilmesinin açıklamasıyla birlikte aynı zamanda gökbilim açısından göklerin kademelerinin tanımlanması ve imge-akıl karışımında evrenin sorgulanması konularında bilgilerin 170 sayfaya doyurucu bir şekilde sığdırılabilmesi eminim ki pek çok okur için eşsiz bir deneyim olacaktır, bu en azından benim için çok farklı bir deneyim oldu. İbn Tufeyl'in Hay bin Yakzan'ı zamanında büyük tartışmalara yol açan üç ana sorunu çözümlemeyi amaçlıyor: 1-İnsan kendi başına, hiçbir eğitim ve öğretim görmeksizin, sadece doğayı inceleyerek düşünme yoluyla yetkin insan, üst insan aşamasına ulaşabilir, insani nefs etkin akılla birleşebilir. 2- Gözlem, deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle çelişmez, yani felsefe ile din arasında tam bir uygunluk vardır. 3- Mutlak bilgilere ulaşmak, bütün insanların üstesinden gelebileceği bir şey değil, bireysel bir olaydır. Yukarıda yazılan 3 tartışma konusu üzerinden gidilerek ve başka bir bakış açısından gerek Nietzsche'nin üst insan konusuna paralellik gösterilebilecek bir konuda gerekse de bir insanın yalnız başına, etrafında kimse olmaksızın sadece sorgulayarak, deney ve gözlem süreçleriyle birlikte Tanrı'yı ve bir Yaratıcı olmasının zorunluluğu konularına eğilmesi anlatılıyor. Bireysel sezgilerin, akıl ve deney ile uyumluluk reaksiyonları aşamalarından sonra her bilginin üstüne bilgi katılmasıyla -bir nevi 4 elementin evreni başlatması gibi- gerçekleşen bu süreçler zinciri İbn Tufeyl'in de Hay bin Yakzan'ı Kur'an'dan pek çok motiflerle bezemesine sebep olmuş. Varsayımlarla birlikte ilerleyen hikayede, bütün nesnelerin hamurunun 4 elementin çeşitli oranlarda birleşimi olarak belirtilirken bu kısımdan sonrası için hem teist hem ateist okurlar açısından görüş ve bakış açısı farklılıklarına neden olup güzel, verimli tartışmalar çıkabilecek konular başlıyor. Teizmi savunan insanlar açısından, yaratılışın çamurdan başlayıp bunun verimli koşullarda mayalanmasıyla birlikte kabarcık sürecinden geçmesi ve ardından bir Yaratıcı'nın ona bir amaç, rol belirlemek suretiyle onu salt tesadüfilikten kurtarıp adeta büyütmesi, bana ilk olarak Hacc Suresi 5. ayette geçen nutfe, alak, mudga gibi bir tekamül sürecini, yani evrimi çağrıştırdı. Ayrıca Nuh Suresi 14. ayette de "Oysa O, sizi bu aşamaya kadar aşama aşama yaratmıştır." diye belirtilir, bu da yaratılışı savunan insanlar için bir evrendoğum sebebidir. Bu kitapta da eminim ki kafasında bu konularda soruları olan insanlar, daha çok soru işaretine sahip olacaklardır. Yine de "Neden?" sorusuna eğilmek açısından dini, "Nasıl?" sorusuna eğilmek açısından bilimi kendine yol arkadaşı edinmiş insanlar için kesinlikle keşfedilmesi gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Ateizmi savunan insanlar açısından da Çağrı Mert Bakırcı'nın Evrim Kuramı ve Mekanizmaları kitabının 59. sayfasında belirttiği gibi, cansızlıktan canlılığa geçiş aşamaları okyanusların tabanlarında, tıpkı bugün kıtaların üzerinde gördüğümüz gibi volkanik bacaların bulunduğu, evrenin yaklaşık başlangıcı olan milyarlarca yıl öncesine gidildiği ve ilk yaşamın oradaki kabarcıklanmalardan ve çeşitli kimyasal reaksiyonlarla birlikte kimyasal moleküllerin oluşmasının etrafında gelişen bir canlılık süreci var. Engelsiz bir doğal seçilim süreci, doğal koşulların elverişliliği ve aşama aşama türdeşleşme konuları Hay bin Yakzan'ın da beslendiği diğer konulardan. Apateizmi savunan arkadaşlar buraları okumasalar da olur sanırım? :) Kitaptan küçük bir örnek vermek gerekirse, Hay bin Yakzan daha çok kabul edilen varsayımda bir çamurun şekillenip mayalanması ve Yaratıcı'nın ona hayat vermesinden oluşuyor, daha sonrasında ise kendi çocuğunu kaybetmiş bir ceylan onu emzirip büyütüyor. Bu aslanların avcılık karakterleri güçlü olan yavruyu diğerlerinden daha çok kollaması gibi bir içgüdü doğuruyor. İçgüdü konusunda yaptığımız tartışma için şu alıntının altındaki yorumlara bakabilirsiniz : #35329239 Özet olarak, Spinoza'nın töz felsefesine yakınsayan bir yaklaşımda özdek, 4 element, evrim ve yaratılış konularının harmanlandığı, evrenin ilk anına gitme idi güden bir sorgulamada, adaptasyon, çevreyi tanıma, sezgi, deney ve gözlemlerin hepsinin bir arada kullanılıp bir insanın bir tümevarım minvalinde düşünce süreçleri sonucunda etrafında bunu sorabilecek ne kimsesi ne de interneti olan bir insan sizce Tanrı'nın var olmasının zorunluluğuna, amaçlılığa mı ulaşır, yoksa bu tam tersi bir tarafta amacın gereksizliğine mi? İncelemeyi buraya kadar okuyanlar için bir teşekkür mahiyetinde kendi hayat felsefesini, yani evrenin ilk anlarına ait düşüncelerini, inancı ne olursa olsun aşağıya yorum olarak yazmış olan arkadaşlarım arasından bu kitabı isteyenlere, kitabı hediye ettim. Kur'an ve yaratılış, Darwin ve evrim teorisi, hayatın tamamen bir simülasyon olma ihtimali, insan ırkının Anunnaki'ler tarafından yaratılması vs... Ben bu kitapla birlikte kendi hayati görüşlerimi ve amaçlarımı sorgulayıp soru işaretlerime yeni renkler kattım. Tartışmalardan, eleştirilerden kendime o kadar çok şey katıyorum ki kesinlikle tartışmaların etkisini yadsıyamıyorum. Görüşlerimiz ne olursa olsun bu kitabı okuyup daha çok sorgulayabilir, kimliğimizi oluşturma yolunda belki de büyük adımlar atabiliriz. Gerçek olan şu ki, içinde yaşadığımız evren ve beden hakkında ne kadar fazla çeşitlilikte kitap okuyabiliyorsak bu bizim için kârdır. Bundan dolayı, bu kitap daha çok bilinmeyi ve okunmayı hak ediyor. Sevgiler...
Hay Bin Yakzan
Hay Bin Yakzanİbn Tufeyl · Palto Yayınevi · 20141,586 okunma
··
2.077 görüntüleme
kyrios maldoror okurunun profil resmi
Öncelikle şunu belirteyim; Tanrı'nın ne olduğu, neliği konusunda çok farklı tanımlar vardır. Duyular ya da bilim yoluyla algılanan her şey insanı yanıltabilir olduğu için dolayısıyla yanlışlanabilir, Tanrı'yı bunların dışında ele almak gerekir, bir bakıma formel bir bilgi niteliğindedir Tanrı. Felsefenin de bize gösterdiği bir Tanrı vardır zaten; zamansız mekansız, maddeden bağımsız, sonsuz ve 'en' olan bir Tanrı vardır. Temelinde de iman vardır. İdesi zaten vardır. İster inanılır, ister reddedilir, ama reddedilmesi noktasında insana reddinin nispetinde değerli bir şey sunamadığı için, ateizm ve katmerlileri saf dışı kalıyor böylelikle benim için. :) Yani bir anlam ifade etmez, ki zaten felsefecilerin çoğu da bunu tartışmaya değer bulmaz, ilkeldir onlar için. Tanrı figürü günümüzde çok avamca anılageliyor, matah bir şey sanılıyor; kesinlikle Tanrı bir okul müdürü değildir ya da bir padişah. Benim için şöyle bir anlam ifade ediyor mesela; kendisinden bir ikincisi olmayan, 'en' ve 'sonsuz' olan, özgürleştiren, mutlak olan, hayatın ve varlığın kaynağı-dayanağı olan, yaratılmamış olan yaratıcı, ötenin ötesi en uç nokta... Öncesiz ve sonrasız olan, yani ezeli ve ebedi olan... Esasen Tanrı, Tanrı kavramının bir gereği olarak zorunlu bir şekilde vardır. Reddedenler Tanrı'nın kendisini reddetmekle kalmıyor aslında, Tanrı kavramının içeriğini dolduran özellikleri de reddediliyor beraberinde.Tanrı tasavvuru netlik kazanınca, yaratılmamış olan Tanrı'ya; "Tanrıyı kim yarattı?" sorusu da tutarsızcadır, çünkü Tanrı'nın özellikleri-sıfatları ile çakışır bu soru, dolayısıyla bu da bir anlam ifade etmez. Bazen gereksizce suyu bulandırır dururuz,
Metin T.
Metin T.
abinin Ockham ve Hanlon'un usturası paylaşımını hatırlayanınız vardır. Ockham'ın düşüncelerinin temeli; basitlik anlayışıdır. İki farklı karşıtlıkların basit açıklamalarını yapan koşullar tercih edilmelidir. Yani sadece yaratılmak için bile bir yaratıcıya ihtiyaç vardır. Hanlon'un usturası ise bunun ahlaka uyarlanmış halidir; "Aptallığın yeterli bir açıklama olduğu durumlarda kötü niyet aramayın." Din, Tanrı'nın mutlak gerçekliğini, kişinin kendisini ve toplumsal yaşamını düzenlemek için vardır. dolayısıyla çok kuşatıcıdır, bir üst sınır ve sınıf anlamı ifade eder. Bunun da Tanrı gibi, temelinde iman vardır. Biliyorum bir yorum için epey uzun olacak yazılacaklar, vakit ayırıp okuyanlar için şimdiden teşekkür ederim. Yaratılış ve inancım hakkındaki düşüncemi şekillendiren de üstadın şu dizeleridir; Evet, İslam'a göre insan nasıl yaratılmıştır? "Allah, yeryüzünde temsilcisini yaratmak istediğinde meleklere şöyle hitapeder: "Muhakkak, ben yeryüzünde (benim emirlerimi tebliğe ve infaza memur) bir vekil yaratacağım," (Kur'an 11; 30) İşte burada, İslam'da insana gösterilen büyük saygıya dikkat ediniz. Hatta Avrupa ve bilimsel devrim sonrası hümanizmi bile insana böyle yüce bir nitelik ve değer vermedi. İslami görüş noktasına göre en büyük, en yüce yarab-cı ve en üstün ve her şeyin hükümdarı olan Allah, meleklerle konuşurken, insanı Kendisinin yeryüzündeki vekili olarak gösteriyor. Bu hitapda aynı zamanda insanın görevi açıklanıyor: Allah'ın yeryüzündeki vekili olmak!... Melekler şöyle karşılık verdi: "Biz seni hamd ile teşbih ve seni takdis (ayıplardan, eş koşmaktan, eksikliklerden tenzih) edip dururken, (yerde) orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?" (Kur'an 11; 30) Kıssadaki imajlar ve sembolik ifadeler bu noktadan sonra başlamaktadır. Meleklerin verdiği cevapla öyle görülüyor ki Hz. Adem (as)'den önce suç ve günah işleyip, fesatlıkta bulunan birileri vardı. Melekler, yeni bir insan yaratılırsa, onun da aynı şeyleri yapacağını, Allah'a söylemek istiyorlardı. Allah onlara şöyle cevap verdi: "Sizin bilemeyeceğinizi elbette ben bilirim." (Kur'an 11; 30) Allah, insanı yaratmaya karar verdi. Kişi, bu noktada insan ekolojisi içerisinde, anlaşılması güç özelliklerin saklı olduğu sembolleri ve imajları inceleyebilir. Allah, kendi vekilini yaratmaya karar verdiğine göre, yeryüzündeki en temiz ve değerli madeyi seçmiş olabilirdi, ama tam tersini yaptı. En adil şeyi yani "çamur"u (balçığı) seçti'. İnsanın yaratılış menşe'i ile ilgili Kur'an'da üç ayrı ifade vardır. Bunlar; kuru balçık (salsalin kelfahhar) "O insanı testi gibi yanmış kuru balçıktan yaratmıştır11 (Rahman 14) ifadesi ikincisi, Kara balçık veya kokulu toprak (hamein-mesnun) "balçıktan, işlenebilir, topraktan" (Hicr 12) yaratıldığı belirtilmektedir. Son olarak da basit toprak (tin) ifadesi kullanılmaktadır. Sonra Allah, kendi ruhundan ona üflemiştir. Ve insanın yaradılışı böyle tamamlanmıştır. Çağdaş dilde kötülük ve adilik için en iyi tasvir ve sembol "çamur"dur. Ve her varlığın en temiz ve en yüce kısmı ruhudur. Allah, insana kendi ruhundan üflemiştir. Bu sebeple Allah'ın temsilcisi Adem (as) insanı tahaylül edebileceği en büyük şeyden yaratılmıştır. Bu nedenle diğer yaratıklar sadece bir boyuta sahipken insan, iki boyutlu bir yaratıktır. Bir yönüyle adiliği takip eder, çamura batar, durgun ve Ölü, bir nehir kenarında taşkın sudan sonra geride kalan çamur tortusu (clay) katmanı gibi çökelir. Bu kayıtsız olmayı arzulayan insanın bir bölümüdür. Fakat insanın diğer boyutu, içine üflenen ruhla gelişmek, yükselmek ve mümkün olan en üst seviyeye yani Allah'ın ruhuna ve Allah'ın kendisine kavuşmak istediği yönüdür. Balçık ve Ruh. . . îşte insan, bu iki zıt unsurdan yaratılmıştır. İnsanın soyluluğu ve önemi, yönünü aşağıya doğru çevirip çamura batmasını veya yukarıya doğru döndürüp Kadir-i Mutlak Allah'a yaklaşmasını tesbit eden güçte yani iradesindedir. İnsan yolunu tesbit edinceye kadar bu iki zıt kutup arasında devamlı mücadele eder gider. ilk insan olan Hz. Adem (as)'ın böylece yaratılmasından sonra; "Allah Adem'e bütün isimleri öğretti" (Kur'an 11,31) Bu ayet-i kerime'deki "isimler'le kastedilen husus açık değildir. Muhtelif tefsirciler onu değişik şekilde yorumlamışlardır ama, bununla eğitimin kastedildiğinde şüphe yoktur. Melekler o zaman şikayette bulunup şöyle dediler: "İnsan çamurdan yaratılmışken biz dumansız ateşten yaratıldık. Ona böyle üstün bir nitelik vermenin sebebi nedir?" (Kur'an 11; 30) Bunun üzerine Allah:"Sizin bilmediğinizi ben bilirim. " buyurdu. İblis hariç bütün melekler Allah'ın emrine uydular. 'İblis secde etmemiş dayatmış ve kibirlenmişti. O kafirlerden olmuştu." (Kur'an 11-34) Yukarıda anlatılanlar gerçek hümanizmin ne demek olduğunu açıkça göstermektedir, insana uygun görülen şeref ve değere bakılıyor. Menşe olarak, insanlar çamurdan, melekler nurdan yaratılmış olmasına ve soy olarak meleklerin insandan üstün olmasına rağmen, melekler insanın önünde secde etmişlerdir. Melekler, Allah'ın emirlerine itiraz edince Allah onlara "isimleri" sorarak imtihan etti. Onlar cevap veremediler, ama Hz. Adem (as) cevapladı. "İsimleri" bilmekle Adem (as) soy ve menşe olarak kendisinden üstün olan meleklere karşı üstünlüğünü ve şahsiyetini te'yid etti. Bu insanın İslami açıdan şahsiyetini tayin etmektedir; o meleklerin bilmediği şeyleri bilmektedir. Melekler ve şeytanın üstünlüğü açıkça görüldüğü halde insan saygıdeğerdir. Bütün bunlardan sonra insan şu neticeye varabilir: İnsanın üstünlüğü ve soyluluğu soyundan ve menşe'inden değil bilgisinden kaynaklanmaktadır. YARATILIŞ Havva'nın Adem (as)'m kaburga kemiğinden yaratıldığı iddia edilmiştir. Halbuki, İbranice ve Arapça'da gerçek anlamı "tabiat "mizaç" olan "kaburga kemiği" tabiri zayıf bir tercümedir. Bu sebeple Havva (kadın) Adem'in tabiatından yaratılmıştır, kaburga kemiğinden değil. Nietzsche (MS. 1844-1900) "erkek ve kadının başlangıçta farklı iki yaratıktan olduğunu sonra onların birbirine benzer olup senelerce bir arada yaşadıklarını" söylemektedir. Başka bir ifadeyle menşe olarak iki farklı soydan gelmişlerdir. Halbuki; çoğu bilim adamı ve felsefeciler ise erkek ve kadının müşterek bir menşe'i olduklarını iddia etmekte ve daima erkeğin kadından üstün olduğunu düşünmektedirler. Diğer taraftan Kur'an'da kadın ve erkeğin aynı menşe'den oldukları gerçeğini gösteren şu ayet bulunmaktadır. "Ey insanlar, hakikat, biz sizi bir erkekle bir dişiden (bir çiftten) yarattık." (Kur'an 49-13) Diğer bir husus ta Allah, (canlı, cansız bitki, hayvan, insan) bütün yaratıkları bir araya toplayıp, onlara hitap ederek: "Yer, gök, dağlar ve hayvanlar hepinize, emanet olarak üstlenmeniz için bir şey vereceğim." (Kur'an 33-72) dediğinde insandan başka hepsi onun teklifini kabul etmeye yanaşmadılar. Açıkça görüldüğü gibi, işte bu sebeple insana daha yüce bir nitelik bahşedildi. İnsan, Yüce Allah'ın bütün kainatı sunduğu ama kimsenin kabul etmediği emanete talip olmakla Allah'ın yeryüzündeki vekili olmayı kabul etti. Bu demektir ki, insan, Allah'ın sadece vekili değil aynı zamanda emanetçisidir. Öyleyse emanet nedir? Bu konuda çeşitli açıklamalar vardır. Mevlana Celaleddin'e göre insan "irade" ve "otorite"sidir. Bu ise doğru bir yorum olarak görünmektedir. Diğer yaratıklara nisbeten insanın ayıran niteliği iradesidir. İçgüdüsel isteklerine ve yaratılışına karşı hareket edebilen sadece insandır. Diğer bitkiler ve hayvanlar bunu yapamaz. İsteklerine ve fizyolojik ihtiyaçlarına karşı durabilen iyi ya da kötü yolu takip eden, aklına uyan ya da uymayan yalnız insandır. Ve çamura doğru alçalan veya Allah'a doğru yükselen yine yalnız insandır. Herşeyi dilediği gibi yapabilen Mutlak irade sahibi Yüce Allah, bu yeteneği yalnız insana vermiştir. Allah, insana kendi ruhundan üflemiştir. Bu bakımdan insan da bir dereceye kadar hürdür, insan kendisine verilen bu imtiyazla (hürriyette) iyilik ve kötülük yapmakta, itaat veya isyan etmekte hürdür. İşte bu özellikler nedeniyle İslam'ın insanın yaratılışı konusundaki görüşlerinden şu netice çıkarabilmemiz mümkündür: l- Bütün insanlar eşit değildir ama kardeştirler. Eşitlik ve kardeşlik arasında bir fark vardır. Eşitlik medeni ve yasal bir terimdir. Ama kardeşlik, bütün insanların ortak tabiatını kabul eden bir terimdir. Deri ve renkleri ne olursa olsun soylar aynı kökendendir. 2- Erkek ve kadın eşitliği demek, her iki cinsin de aynı menşe'den oluşu ve aynı zamanda aynı Yaratıcı tarafından yaratılışı demektir. Her bakımdan aynı kalıtımla (zihni ve bedensel özelliklere sahiptirler. Bir soydan ve aynı ebeveyne (anne-babaya) sahip kardeş gibidirler. 3- Bilgisi ve bilimsel niteliği sebebiyle insan meleklerden üstündür. Zira, insan bütün meleklerin kendisine secde etmeğe mecbur oldukları "isimler"i öğrenmiştir. 4- İnsanın balçık ile Allah'ın ruhundan yaratılmış olması ve ona özgür İrade verilmesi her iki kutubu seçme özgürlüğünü kazandırmıştır. İrade sahibi olmak onu Özgür fakat sorumlu yapar. Bu sebeple İslami görüş noktasından hareket edildiğinde, insan kaderinden sorumlu tek yaratıktır. Bu dünyada Allah'ın verdiği görevi başarıp yeryüzündeki temsilcisi olmalıdır. "îsimler"i insan bilir. Bence, Allah'ın isimleri öğretmesi, insanın gelişen bilimsel gerçekleri anlayıp idrak etmesi demektir. insan gerçekleri öğrenebildiğine göre bunu gerçekleştirmesinde kendi sorumluluğu dahilindedir. İnsan kendi akibetini kendi şekillendirir. Bu sırasıyla toplumun bir üyesi ve ferdi olarak kaderinde ve akıbetinde kendisi sorumlu olur. Çünkü, ayet-i kerime'de: "Onlar birer ümmetti-gelip-geçti. O ümmetlerin kazandıktarı kendilerinin, sizin kazandığınız da sizedir." (Kur'an 11-141)" Kaynak: İslâm'ı Anlamak, Ali Şeriati sayfa: 40, ... Şeriati'ye çok haksızlık ediliyor çok, yeri gelmişken şu 45 dakikalık ama bu minvalde 45 kitap mahiyetinde şu belgeselini de buraya bırakayım; youtu.be/_qVk_S70TvA Tartışmalı konuları muhakkak vardır, ama okuyup, araştırıp, öyle öğrenelim ki; insanın Tanrı'sı cehaleti olmasın... Doğrularımız olabilir fakat bu doğruluklar içerisinde dahi eksiklerimiz olabileceğini unutmayalım, tartışmalı konuları konuşmayı ben de seviyorum, sorular türetiyorum kendime ve bir şeyler katıyorum karşılığında. Tartışmaların amacı kendini geliştirmek, gerekiyorsa düzelmek ve eksiklikleri gidermek olmalı, yarım yamalak doğrularla galip gelsek ne, gelmesek ne...Şimdilik böyle düşünüyor, bu doğrultuda hareket ediyorum. Belki de yarın gözlerime çok başka düşünceler ilişir, ben de ona göre bir davranış sergilerim... Ha, bir de; mühim olan insanın neye inandığı değil, nasıl inandığıdır demişlerdi, tabiri caizse inancının kişiyi nelere bürüdüğüdür... Mümkün mertebe bunlara riayet etmeye çalışıyorum. Faydalı ve farkındalıklı paylaşımın bir de yorumun sonunu getirenler için teşekkür ederim, çok vaktinizi aldım. 🙏 Düşüncene, emeğine sağlık.
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Yorumunu okumaya başlarken saat 13:12ydi ve 13:18de sonunu getirince neredeyse su gibi geçtiğini gördüm. Gerçekten de senin için zaman alan ve emek dolu bir yorum olmuş kardeşim, öncelikle bunun için teşekkür ederim. Senin de dediğin gibi yazdıkların arasında tartışılabilecek konulardan bazıları: "İçgüdüsel isteklerine ve yaratılışına karşı hareket edebilen sadece insandır. Diğer bitkiler ve hayvanlar bunu yapamaz." Mesela bu konuda hayvanların içgüdülerine eğilebileceğimiz pek çok konu var anne bireylerin yavrularına uçmayı, avlanmayı öğretmesi, avcılık karakterleri yüksek olan çocuklarını kayırmaları, koruma içgüdüleri... Bunlar pekala bir tartışma konusu olabilir. Allah'ın ruhundan insanlara üflemesi konusu da biraz tartışmalı bir konu zira Kur'an'da ruh üfleme mevzusu Hz. Adem ve Hz. İsa için kullanılmış, bu yüzden tam olarak bir ruhumuzun olup olmadığına dediklerin %100 kanıt olmayabilir zira Evrim Ağacı da bu konuda :"ruh" olgusunun bilimsel perspektifte (bakış açısında) hiçbir geçerliliği, gerekliliği ve işlevi yoktur." diyor. Yani dediğim gibi bu da tartışmalı konulardan bir diğeri. Ali Şeriati ise kullandığı üslubundan ötürü sevdiğim dobra bir isim, İslam dünyasının gözünü kapadığı, duymak istemediği sorunları dile getiriyor ve bundan dolayı sevilmeyebiliyor, zaten açık sözlülük genelde önyargıyı da beraberinde getirir diyalektik bir şekilde. Gerek Metin Abi'nin yazdığı şeylerden kendine istifade sağlaman gerekse de kendi hayat felsefeni ve inancın konusundaki düşünceleri böyle emek dolu bir şekilde yazabilme başarın için tebrik ve teşekkür ediyorum, sevgiler olsun benden...
6 sonraki yanıtı göster
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Kitabı 3 kişiye hediye etmek yerine şu ana kadar altta yorumlarını ve düşüncelerini belirtmiş olan ve bu kitabı elinde bulundurmayan arkadaşlarımdan kitabı isteyenlere kitabı gönderiyorum, çekilişten vazgeçtim. Bir dahaki kitap hediyelerinde görüşmek üzere. Sevgiler...
Quidam okurunun profil resmi
Bu konuya dair aslında insanı saf bir şekilde ele alabilme imkânına sahip değiliz. Buradaki saflık da toplum tarafından düşünme, hissetme ve bilgi şekli oluşturulmayan birinden bahsediyorum. Kitabın yazarı, incelemenin sahibi ve tüm bunları yorumlayan ben de dahil herkese belli başlı Tanrısal ve dinsel bilgilere maruz kalmışız. Bundan dolayı da algımızın dışarıyı benimseme şekli ile benimsedikleri üzerine düşünme şeklimiz etkilenmiştir. Kişiden kişiye göre değişiklik gösteren bir etkilenme bu. Tam olarak da bu yüzden bir çok din, dinlerin içinde mezhep ve mezheplerin içinde çeşit çeşit inanan var. Bahsedilen doğaya kişiyi tek başına bırakma ve Tanrı'ya ulaşma olayı nasıl sonuç verir emin değilim. Ancak belli başlı temelleri olan herhangi bir toplumda doğmuş bir birey bir Tanrı'ya ya da ilahi bütünlük sonucuna varır diye düşünüyorum. Çünkü çocuklukta edindiği psikolojik tatminlikler, güven hissi, heyecan, üzüntü, korku vs. herhangi biri ya da bir kaçı ya da hepsi öyle veya böyle bir gün onu Tanrı'ya ulaştırır. Ayrıca anlama yetisi de derinlemesine gidemeyecektir. Belli bir yerden sonra elinde çimento olmadığı için boşluklara sadece kum koyacaktır. Belki hiç yıkılmaz, ama hiçbir zaman da gerçek bir sağlamlık olmaz. Uzun lafın kısası, bu tür ince ve derin her konu neredeyse çocuklukta edindiğimiz temeller sayesinde oluşuyor. Aksi durumlar pek âlâ olabilir. Fakat hangi yorumlama tüm insanlar için geçerli olabilir ki? Yani insanı değerlendirmek ve anlamak, kısaca insanın kendisini anlaması Tanrı'ya ulaştırmalıdır. Aksi takdirde, benim gözümde hezeyanları olan ya da sanrılar lanse edilmiş biri olur. İnsanın kendisinden başlayarak her şeyi anlamaya çalıştıran Tanrı'ya selam olsun! Naçizane ve tek bir bakış açısı ile yapılmış yorumum bu şekilde. Saygılarımı sunuyorum.
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim sağladığın katkı için. :) "Belli başlı temelleri olan herhangi bir toplumda doğmuş bir birey" ile başlayan cümlen var ya işte bu kitapta ne belli başlı bir temel ne de bir toplum var, kitap da o yüzden ilgimi çok çekti. Yoksa diğer dediklerine katılıyorum. Dediğin gibi hangi yorumlama tüm insanlar için geçerli olabilir? Bu yüzden bu kitabı da başka inançlardaki insanlar çok başka gözlerden yorumlayabilirler, ben de bunu merak ettiğim için özellikle böyle sordum, tekrar teşekkür ederim, sevgiler...
6 sonraki yanıtı göster
Samet Ö. okurunun profil resmi
Demek konuştuğumuz alıntıda Tin değil evrim sonucuna ulaştın, yanılıyor muyum? Güzel bir inceleme olmuş dostum, benim merakımı tekrardan cezbetti doğrusu. Neden mi tekrardan? Bu kitabı ilk defa 2 sene önce duymuştum. Yine dalgın dalgın yürüdüğüm bir eylül gününde her zaman uğradığım, kitap alıp sonra sahibiyle laflarken kivi (yeşil oralet :d) içtiğim kitapçıya yine uğramayı düşünüyordum. Gittiğimde beni yaşını kır saçları haricinde göstermeyen altmışlı yaşlarda bir amcayla karşıladı. Gel gel biz de senden bahsediyorduk diyen Murat abinin yanına bir tabure çekip tam da bu kitapta geçen konulardan, biraz Tanrı kavramının çıkmazları ve delillerinden konuşmaya başladık ki 3.5 saat nefessiz konuştuğumuzu hiç fark etmedim bile. Bana bu kitabı önerdi, yanımda olsa hediye ederdim diye de söyledi. Ben de Dawkins'in Tanrı Yanılgısı'nı önerdim ona. Sonra bir daha karşılaşamadık onunla. Murat abiye de sordum o da görmemiş. Kim bilir nerelerdedir, ben Hayy bin Yakzan' ı hala okumadım, belki o Dawkins'i okumuştur. Niye hikayeleştirerek yazdım bilmiyorum, o günü çok net hatırlıyorum ama. Benim varoluş hakkındaki düşüncelerimi az çok biliyorsun, tekrar etmemin pek anlamı yok. Dur çekilişi hikayemde de paylaşayım :))) Kal sağlıcakla. Edit:imla.
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Şimdilik öyle görünüyor ama zamanla başka şeyler keşfedersem değişmesi beklenebilir, belli olmaz... Bu hikayeyi bizle paylaştığın için tek katılan sen olsan da sana çıkmasa da yine de yollarım kitabı Sametcim, yeter ki sen bu kitabı o da Dawkins’i okumuş olsun. :))
2 sonraki yanıtı göster
Neslihan T. okurunun profil resmi
İncelemeni okudum ve bir 2 3 kere tekrar da ettim, okurken içimden cümlelerine virgüller de koydum. :) Şimdi benim anlatacağım biraz daha hikaye tarzı olacak herhalde. Okuduğumdan beri düşünüyorum. Tek başına bir “insandan” bahsediyoruz. Belirli bir yaşam alanı ve yalnızlık. Yalnızlıktan ziyade boşluk gibi çünkü kendi varlığından başka bir insan varlığı bilmiyor. İnsan dedim ama kendisini insan olarak bile tanımlayamaz di mi?(yani en azından onun gözünde demek istedim kendisi varlığının ne olduğunu bilmediği için.) Hatta okurken düşündüm de doğa nasıl bir ortam olacak? Hayvanlar, bitkiler hepsi var mı? Doğal afetler olacak mı? Yağmur, kar, dolu, güneş, ay... Yani düşündükçe çok daha fazla derine iniyorum. Çünkü olması ve olmaması ihtimalini düşünüyorum. Ama olmaması ihtimali biraz daha garip geldi açıkcası. İki türlü düşünürsek bile çok farklı sonuçlar çıkabilir. Düşünsene bir kendisini görecek bir de 4 bacaklı bir hayvan? Ya da en savunmasız ve barınması güç bir an da yağmur yağacak.. Sığınma ihtiyacı duyacak. Bizler dini direkt öğreniyoruz zaten bebekliğimizde hatta. Aileden ve toplumdan duyduklarımızla içgüdüsel olarak başta bir tanrının olduğunu kabulleniyoruz ya da kabullenmeye çalışıyoruz. Çoğu insan zaten direkt sorgulamadan da kabul ediyor. Ama böyle bir insandan bahsediyorsak eğer tek bir tanrı olacağına inanacağını zannetmiyorum. Şöyle açıklayayım. Gördüğü her şey için bir tanrı tanımlayacak. Ya da adına tanrı mı diyecek sence? Yaratıcı olarak mı düşünecek? Eski mısır, roma, yunan inanışları gibi.. Mesela biz şimdi iki kişi konuşuyoruz di mi? Doğruyu ya da yanlışı fikir alışverişi yaparak da bulabiliyoruz. Ama orada tek bir insandan bahsediyoruz ve tek bir doğrusu olacak. Ya da her zaman kendi kendini çürütecek. Yaşamın gidişatına bağlı. Ama en sonunda çok tanrılı bir inanca sahip olur diye düşünüyorum. Tabi senin sorduğun da “inancı olur mu olmaz mı yani bir yaratıcısı olduğunun farkına varır mı?” gibisinden.. Bir zaman sonra neden ve nasıl sorularını sormaya başlayacaktır. Ama bir de şöyle bir şey var. Biz belli bir noktadan geliyoruz ve bilmediğimiz, görmediğimiz bir şeyi bir noktaya kadar düşünebiliyoruz. Belki de şu an benim inancımın olması doğrultusunda ben bu sonuca varıyorum... Eğer bir inancım olmasaydı zaten o insanın da inancının olmayacağını düşünecektim. Şu an bir inanca sahipken açıkcası onun inanmayacak olma ihtimalini kafamda hiçbir türlü kuramıyorum. Bu çok garip aslında. Bir de bu üstte düşündüklerimizin hiçbirinin olmadığını ele alalım. Sadece ve yalnız bir "insan" olursa düşünmeye başlayacak bir olgu bulabilecek mi? Yani mutlak yalnızlık içerisinde bir şey düşünebilecek mi? Hatta düşünmeyi düşünebilecek mi? Günümüzdeki insanların adı Homo sapiens sapiens olarak adlandırılıyor. Yani düşündüğünün üstüne düşünebilen insan demek. Bu duruma ulaşabilecek duruma gelmesi için ne kadar süre gerekecek? Çünkü mutlak yalnızlık olarak düşünürsek etrafında hiçbir canlı veya cansız varlık olmayacağını, hiçbir olguyu gözlemlemeyeceğini düşünürsek hiçbir zaman tanrı veya herhangi bir yaratıcının düşüncesini bilemeyecektir.
3 önceki yanıtı göster
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Sabah uyandım ve Sergen senin de dediğin gibi bu sefer 1k için ütopik bir örnek olan bu muhabbetle karşılaştım kitabın yorumları kısmında. :)) İkinizin de konuşmaları çok okunasıydı ve uzun olmalarına rağmen çok kısa sürede okunabiliyor, bunun nedeni ise insanın kendisine ve evrene ait ilk anları her zaman sorgulama isteğinden geliyor. Neslihan, ilk yazdığın yorum bence senin tanımadığımız tarafın, çünkü en son yorumunda da dediğin gibi aslında çok derin konular gibi gözükse de toplum ve yaşam gailesi bizi bu tür derinliklerden uzaklaştırıp yüzeylere çıkmamızı sağlıyor oltayı gören bir balık gibi. Oysa ki derinler her zaman keşfedilecek nice mercan adaları, yaşanabilecek nice güzelliklerle dolu belki de. Biz bunu kaçırıyoruz. Dediğin tek tanrılılık-çok tanrılılık konularına kitabın bir kısmında da değiniliyor. Açıkçası senin de dediğin gibi kitabı ben kendi inancımda inceledim diyebilirim fakat ateizmi savunan bir arkadaşımız kitaptan çok farklı çıkarımlar da yapabilir. Mesela kitapta öyle bir bölüm var ki ben bugüne kadar hiçbir kitapta böyle farklı bir olay görmedim. Hay bir ara bir yere sıkışmış, zorda kalmış bitki ve hayvanları kurtarıyordu sadece kendi içgüdüsüyle. Yani bu kitabı sadece inanç ya da hayat felsefesi sorgulama kitabı olarak değil, bir bakıma insanlık için ilk yardım, kimlik oturtma, düşüncelerin eski bir makine odasına girildiğinde tozlarından arınıp tekrar çalıştırılması misali bir yere koyuyorum. İkinizin de değerli yorumları için çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız.
1 sonraki yanıtı göster
Mehmet Sema okurunun profil resmi
4 element değil, 4 unsur. Toprak, su, hava ve gaz(maddeleri) dediğimiz bu 4 unsurun kendisi elementlerden oluşmaktadır.
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
image.ibb.co/cxwOgV/6693-D62... Daha doğru kullanımı sizin dediğiniz gibi olabilir fakat yine de ziyadesiyle diye bir kavram olduğu için element kullanımı da yanlış değil. Ayrıca o kadar inceleme yazmışım, insan gözüne çarpan tek sıkıntıyı mı cımbızlar? Kitap okuyan bir insanın salt yıkıcı eleştiridense yazılan olumlu yönlere de yorum yapması gerektiğini düşünüyorum. Zira böyle yapınca incelemeyi okumayı boşverip sadece ilk kelimeyi görüp yorum yapmışsınız gibi duruyor.
1 sonraki yanıtı göster
15 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.