Bu konuya dair aslında insanı saf bir şekilde ele alabilme imkânına sahip değiliz. Buradaki saflık da toplum tarafından düşünme, hissetme ve bilgi şekli oluşturulmayan birinden bahsediyorum. Kitabın yazarı, incelemenin sahibi ve tüm bunları yorumlayan ben de dahil herkese belli başlı Tanrısal ve dinsel bilgilere maruz kalmışız. Bundan dolayı da algımızın dışarıyı benimseme şekli ile benimsedikleri üzerine düşünme şeklimiz etkilenmiştir. Kişiden kişiye göre değişiklik gösteren bir etkilenme bu. Tam olarak da bu yüzden bir çok din, dinlerin içinde mezhep ve mezheplerin içinde çeşit çeşit inanan var. Bahsedilen doğaya kişiyi tek başına bırakma ve Tanrı'ya ulaşma olayı nasıl sonuç verir emin değilim. Ancak belli başlı temelleri olan herhangi bir toplumda doğmuş bir birey bir Tanrı'ya ya da ilahi bütünlük sonucuna varır diye düşünüyorum. Çünkü çocuklukta edindiği psikolojik tatminlikler, güven hissi, heyecan, üzüntü, korku vs. herhangi biri ya da bir kaçı ya da hepsi öyle veya böyle bir gün onu Tanrı'ya ulaştırır. Ayrıca anlama yetisi de derinlemesine gidemeyecektir. Belli bir yerden sonra elinde çimento olmadığı için boşluklara sadece kum koyacaktır. Belki hiç yıkılmaz, ama hiçbir zaman da gerçek bir sağlamlık olmaz. Uzun lafın kısası, bu tür ince ve derin her konu neredeyse çocuklukta edindiğimiz temeller sayesinde oluşuyor. Aksi durumlar pek âlâ olabilir. Fakat hangi yorumlama tüm insanlar için geçerli olabilir ki? Yani insanı değerlendirmek ve anlamak, kısaca insanın kendisini anlaması Tanrı'ya ulaştırmalıdır. Aksi takdirde, benim gözümde hezeyanları olan ya da sanrılar lanse edilmiş biri olur. İnsanın kendisinden başlayarak her şeyi anlamaya çalıştıran Tanrı'ya selam olsun! Naçizane ve tek bir bakış açısı ile yapılmış yorumum bu şekilde. Saygılarımı sunuyorum.