Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
16 Ekim Jérôme, sana kusursuz sevinci gösterebilmeyi isterdim. Bu sabah kusma nöbetiyle elden ayaktan kesildim. Hemen sonra kendimi o kadar takatsiz hissettim ki, ölmeyi umut ettim. Ama hayır, önce müthiş bir sükûnet hali bütün varlığımı kuşattı, sonra, bir kaygı aldı beni, ruhum ve bedenim beraberce ürperdi; ani ve hayal kırıklığıyla dolu bir aydınlanma gibiydi. Odamın duvarlarının korkunç çıplaklığını sanki ilk defa gördüm. Korktum. Şimdi de kendimi rahatlatmak, teskin etmek için yazıyorum. Ya Rabbi! Sonunda küfre düşmeden sona ulaşabilecek miyim? Tekrar kalkabildim. Çocuk gibi dizlerimin üzerine çöktüm. Şu an ölmek isterdim, çabucak, yalnız olduğumun bir kere daha farkına varmadan.
Sayfa 127Kitabı okudu
Gördüm ki şa­ir oluşumu insan oluşuma ne kadar çok yakın kılabi­lirsem kendiliğinden dışa vurduklarımla, bilinçli bir çabayla seçtiklerim arasında yakınlık doğuyor. Yazdıklarım «yazmayı uygun bulduklarımdan» değil,«yazmam kaçınılmaz ve tabii olanlardan» meydana geliyor. Kaprislerimle değil, benim için de yazarken tanınır hale gelen isteklerimle yazıyorum. Nelerin istenebilir olduğunu tartıyorum.
Reklam
oblomov un Olga’ya yazdığı mektuptan bir bölüm.
Başka birisi olsa şunuda eklerdi: bu satırları gözyaşları içinde yazıyorum. Ama ben size yalan söylemiyorum, acının bir gösteriş olmasını istemiyorum, çünkü dertleri pişmanlıkları arttırmak neye yarar? Bu çeşitli alanlarda sevgili daha fazla kötüleştirmek Umut’u saklıdır bense bu duyguyu sizde mi ben de kökünden kazımak istiyorum. Zaten gözyaşlarıyla boş hayalcilere ya da bir kadını sözle baştan çıkarmak isteyenlere yarışır. Size bunları uzun bir yolculuğa çıkan iyi bir dosta vedalaşır gibi söylüyorum: 3.04 hafta daha beklesem çok geç olurdu. Aşk bir ruh kangrenli; O kadar çabuk ilerliyor ki. Daha şimdiden ne haldeyim. Zamanı saatlerle dakikalarla değil güneşin doğup artmasıyla değil, sizinle ölçüyorum: onu gördüm, görmedim, göreceğim, görmeyeceğim, gelecek, gelmeyecek…
Sayfa 310Kitabı okudu
SAYGILI OĞLUNUZ ANTOİNE...
“Sevgili Anneciğim, Strasbourg çok tatlı bir kent. Büyük bir kentin bütün özelliklerini taşıyor. Lyon’dan bile büyük. Harika bir oda buldum. Féligonde’daki komutanı gördüm, çok iyi davrandı bana. Benim pilotluk işiyle ilgilenecek. Bir sürü kısıtlayıcı genelgeden ötürü epey güç olacak galiba. Ve tabii en erken iki ay sonra. Kışladan (kantinden) yazıyorum size. Sabahtan beri tombul yanaklı, babacan bir askerin önderliğinde ambar ambar dolaşıp postal ve karavana tabağı alıyoruz. Birlik çok hareketli bir yer. Saygılı oğlunuz Antoine.” (Strasbourg, 1921) KÜÇÜK PRENSİN YAZARI'ndan....
İlginçtir, sağlıklı ve bilinçli bir insanı ortadan kaldırmanın ne anlama geldiğini o ana kadar kavrayamamıştım. Mahkumun çamur birikintisinden sakınmak için kenara çekildiğini gördüğümde, akıp giden hayatı birdenbire sonlandırmanın gizemini, kelimelerle söze dökülemeyecek yanlışlığını gördüm. Bu adam ölmüyordu, aynı bizim canlı olduğumuz gibi o da canlıydı. Vücudundaki bütün organlar çalışıyor; bağırsakları yiyecek sindiriyor, derisi kendini yeniliyor, tırnakları uzuyor, dokusu şekilleniyordu ve her biri heybetli bir aptallıkla didinip duruyordu. Tırnakları kapağın üstünde durduğunda ve havada aşağıya düşerken, yaşayacak sadece bir saniyenin onda biri kaldığında hala uzuyor olacaklardı. Gözleri, sarı çakılları ve gri duvarları görüyordu ve beyni hala hatırlıyor, öngörüyor ve düşünüyordu; hatta çamur birikintileri hakkında bile düşünüyor olabilirdi. O ve biz bir arada yürüyen bir grup adamdık; aynı dünyayı görüyor, duyuyor ve anlıyorduk ve iki dakika içinde ani bir kopuşla birimiz göçmüş olacaktı: Bir akıl, bir dünya daha az.
1.000 öğeden 771 ile 780 arasındakiler gösteriliyor.