Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Tanırım bir yüce üstadı, faziletti baban Sen onun yaptığı mihrabı temelden yıktın. Kabri merhuma gidip guşunu (kulağını) versen, der ki ''Atmadım böyle tohum, hergele nerden çıktın. Hasan Basri Çantay
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdırlar...
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَالصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’din, ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne
Sayfa 195 - Risale Yayınları / Tevbe Sûresi 71. Âyet Meâli
Reklam
En Son Nazil Olan Ayet
بسم الله الرحمن الرحيم وَاتَّقُواْ يَوْمًا تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللّهِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ '' Öyle bir günden sakının ki ( hepiniz) o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir.'' Bakara-281
Sayfa 111 - RİSALE
Hasan Basri Çantay ...
“Hata, hakikat de olsa, gurura, enaniyete dokunmayacaksın. Seviyesi yüksek insanlar, insanlarla değil, fikirlerle uğraşırlar. Üstelik şahsiyetini rencide ettiğin adama, hangi hakikati kabul ettirebilirsin ki?”
Nesil Basım Yayın Gıda Tic. ve San. A.Ş.Kitabı okudu
Dilde bozulma ve jakoben devrimin edebi sanata tesiri.
Edebiyat tarihimizin, en saltanatlı devirlerinin, en ihtişamlı eserleri, esefle kaydedelim ki bugün artık yeni neslin hafızalarını süsleyemiyor. O, devirden devre intikal eden ve edebî sanatlarla müzeyyen edebiyat şaheserlerinin bugünkü dile çevrilmesi mümkün değildir. Çünkü anlamların ayrıca açıklanması, devrinin kültürünü ve tarihini bilmeğe bağlıdır. Bugün artık, o eski kültüre okul programları ve günün anlayışı başlıcaengeldir. Hiçbir millette görülmeyen bu tereddüdü, millî tarih ve kültürümüzün mersiyesini hazırlamaktadır. [Mahir İZ]
Nurettin TOPÇU'ya göre Akif merhum
Âkif, dünyasına ait nesi varsa nağme halinde hepsinden boşaldı. Mekânın her noktasında durdu. Şark’da, Garp’da dolaştı. Yaralarının hepsini neşterledi. İslâm diyarının her karış toprağına ümid tohumlan serpmek istedi. İnsan denen hilkat hârikasını, İlâhi varlığın sınırlarında ona en yakın yere yerleştirdi. Sonunda hüsrânınbüsbütün boğulmadığını görünce, «Şu sessiz kubbenin altında insandan eser yokmuş!» diye haykırmaktan kendini alamadı.
Reklam
Akif'teki ümitvar vefa
Karesi mebusu olan Hasan Basri Bey, san’atkârın vecdinin yakından şâhidi olmuştu. Bu esnada şâirin ruh dünyasındaki fütuhatı, Anadolu'nun mübarek toprağının dokuz yüz yıl önceki ilk fetihleri gibi şa’şaalı, Yunusun cezbeleri gibi derindi. O derinlikleri bugün biz ölçemeyiz. Sanki bir güneşten kopup da gelmişçesine Ankara’ya sığmayan adam oradan, «Bülbül» deki hıçkırıklarla kararmış semalara haykırdığı gibi, Allah'ın en ulvî ihsanı olan hiç sönmeyecek ümitle de Maltada esir olan vatanın kara gün dostu Süleyman Nazif i selâmlıyordu
Hakiki manada Akif'i tanıyor muyuz?
Âkifin daha eski dostları arasında bile onu hiç anlamayan, onun kutsal davasını yer yer küçümseyenler olmuştu. Hasan Basri Çantay gibi bir dost, şüphesiz ki talihinin güzel cilvelerindendi. Zaman, dostların değerini ve gerçek çehresini meydana çıkarıyor. Devrimizin anlayışından artık uzaklaşan bu büyük Müslümanlar, şimdi barındıkları hakikat dünyasında elbette birbirlerini tekrar bulmuşlar ve ebedî sohbetlerine dalmışlardır. Bu sohbetten şimdilik nasipsiz olarak toprağın üstünde sürünen bizler. Akitleri güneşe bakabildiğimiz, güneşteki cevheri görebildiğimiz kadar anlıyoruz. Biz zavallı nasipsizler onu, nihayet büyük bir şair ve san’atkâr olarak tanıyoruz...
Ey sin koynunda yatan gölge bizim Akif'imizdi...
Dinî san’at denen zirve edebiyatının kapısı yirminci asırda Akif'in eliyle açıldı. Bu kapıdan girmek kolay değil; çünkü pek yüksek. Ona tırmanmak için büyük ruh kuvveti lâzım. Onu ancak alçaklardan selâmlıyoruz. Akif'in kabri, ziyaretçilerin durduğu yerden çok yükseklerde yapılmalıydı. Akif'i konuda, kafiyede, tasavvurların dar çemberi içinde tanımaya çalışmak beyhudedir.
Akif'i anlayabilmek için:
Bu toprak daha çok Akif'ler yetiştirecek mi? Bu soruyu, mümince dua ve ümitlerle karşılamak kolaydır. Ancak nâzımın, şâirin, idealcinin, hatta vatanperverin üstünde, ta uzaklarda, sanki Levh-ı mahfuzda yazılı bir insan vasfı var. Bir insan vasfı ki onu insan isimlendiremiyor. Fazilet diyorsunuz, yetmiyor; Hamiyet küçük kalıyor; Aşk, önünde yanıp kül oluyor. Cezbe nedir bilirseniz eğer, «Allah!» deyip kalıyorsunuz. Kelime ile cevaplanmayan bu İlâhî bilmeceyi, ancak yine kelimesiz ibadetteki vecd cevaplandırıyor. Eğer bulmak hususunda iktidarınıza inanıyorsanız, işte Akif'te onu arayınız. «Akifnâme» de bu sırrın çözümünü bulabilirseniz, Akif'i anladınız demektir.
Reklam
Fıtraten zekî, cevval ve müteharrik olan Mehmed Akif çocukluğunu böyle sıkı terbiye altında geçirdi. Zavallı ara sıra dayak da yerdi! Bu dayak faslı ölünceye kadar Akif’in dilinde dönmüş, dolaşmıştır. Onun için kendisi terbiyede «intizam içinde serbesti» taraftarıydı. – Pek cılız çıktı bu “câiz”, demek îmânın yok? Dayak «âmentü»ye girdiyse, benim karnım tok! — Gül değil, kıl bile bitmez sopa altında! — Hele! Öyle olsaydı şu karşındaki yalçın kelle, Fark olunmazdı kızanlıktaki güllüklerden Dayak faslı da aç karnına bilmem nerden?
Aşık olmayan şair olmaz
Henüz on, on iki yaşında iken Akif ’te şâirlik alâmetleri görünmeye başladı. Vezinli vezinsiz, ma’nâlı, ma’nâsız nazımlar söylemeye çalışırdı. Akif ’i şâir yapan, o ma’sumâne güzelliklere gönül verişler, o suretle kendinden geçişlerdir. Aşık olmayan şâir olamaz. Onun âşıkane, şâirâne beyitleri çoktur. Bir zamanlar memleketin maruf pehlivanları sırasına geçmesi de şâirliğinden ve âşıklığından ileri geliyordu. Yarım asır evvel söylediği bir kaç fârisî beyit karikatüründen mısrâ benzeyen şu söz, hatırımda kalmış: «İmşeb tâbesehar nehabîdem beışkı yâr.»
Hanümanı harap bir şair: Mehmed Akif
Akif'in — on dört, on beş yaşlarında ve İdâdî mektebinde bulunduğu esnâda— babası gırtlak vereminden vefat etti. Akif’le anası ve kız kardeşi her türlü ma’nâsı ile bîkes ve bîçâre kaldılar. Aradan yıllar geçtikten sonra söylediği bir manzumede — ki oldukça müteessir olurdu — çektiği çileleri nakleder. O manzumenin bir parçası: "Geldi seâdetle, fakat, nevbahar, Bende ne ol neşve, ne ol şevk var! Annemin ıssızca kalan lânesi, Kardeşimin eski yetimânesi, Mevceger oldukça hayâlimde ah. Görmez olur âlemi artık nigâh. Güç ise de ben nasıl olsam olur. Validem amma ne teselli bulur? Hem o kadın hayli belâ dîdedir. Gördüğü âlâm ise nâdîdedir. Ailesi münkariz olmuş bütün, Kimsesi yoktur, yalınızdır bugün. Lânesi birkaç sefer olmuş harab, Canına yetmiş doğalı iğtirab. Hisseme düşmüş olanı hiç iken, Ben kocadım çektiğimiz çileden! Yirmi beşe gelmedi sinnim, tuhaf. Saçlarımın bir çoğu olmuş telef! Kalmış olanlar da ağarmaktadır Kıhfımı tırtıl gibi sarmaktadır
Çok üzülerek ve öfkelenerek şu satırları okudum:
Âkif'in en yakın arkadaşlarından Neyzen Tevfik'in kardeşi Şefik Kolaylı Âkif'in kendisine, "Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muâmele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum," dediğini aktarmıştır. (...) Hasan Basri Çantay'ın anlattığına göre, Çanakkale Zaferi'nin yıldönümünde dönemin önemli şairlerinden birinin, "Maalesef Çanakkale Şehitleri için güzel, şehitlerimizin şanına lâyık bîr Türk şâiri tarafından şiir yazılamadı. Çaresiz Türk olmayan bir adamın şiirini okuyacağız" şeklindeki "ırkçı" bir yaklaşımda bulunduktan sonra gönülsüzce, "Çanakkale Şehitlerine" adlı şiiri okuduğunu duyan Âkif, buna çok üzülüp kırılmış, hatta o kadar ki dayanamayıp ağlamıştır. Aynı günlerde bir yazarın Âkif'e "Hadi git artık sen, kumda oyna!" demesi de Âkif'i küstürmüştür.
Sayfa 115 - İnkılap KitabeviKitabı okudu
Çok büyük adamdın Âkif. Şimdi vatan mahzun şiir payimal
Akif hayatında bir kere bile kendisini düşünmedi, hep cemiyeti için yaşadı, insaniyet ve milleti için yaşadı. Bütün şiirleri (Diğerkâm)dır. Yüksek faziletlerine şahidi tamdır. O, ne yazdı ise duyarak yazdı, ağlayarak yazdı, pare pare sıhhatini, varlığını eriterek yazdı. İnandı; yazdı, inanmadığına iltifat etmedi. Samimiyeti Akif ’in umde-i hayatı idi. Az söylerdi, öz söylerdi. Temiz ruhu muhatabını mest eder, bilmeyerek onu kendisine çekerdi. Artık muhatap Akif’indir. Mütevazıydi. ≪üstat, hazret, beyefendi...≫ gibi elfazı hürmetten sıkılır, masum bir kız gibi utanırdı. Sadeliği severdi, Merdümgiriz idi. Vahdetten hoşlanırdı. Teşrifat,merasim iğrendiği şeylerdi. Riyakarlık, yalancılık, hilekarlık, kanaatsizlik, karaktersizlik onun büyük düşmanları idi ki yazılarında en çok onlarla mücadele etmiştir. O koca alem, o büyük alim saf ve masum bir çocuk gibi söylenene inanırdı. Yüzünden kendisini seven, fakat arkasından riyakarlıkla ona söven bazı adamlar vardı ki ölünceye kadar üstadın kalbinde sevgi ile yaşadı...
1.298 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.