Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Eğer bir kişi, diyelim ki bir işçi, konumu gereği "objektif' olarak inanması gereken ideoloji­yi benimsemiyorsa onda bir "yanlış bilinçlilik" hali mevcuttur. Nihayet, herhangi bir "objektif' değer teorisi geliştirmeye çalışmak demek, değerin insan zihninden bağımsız objektif bazı realitelere dayandığını sanmak demektir. Oysa, değer fiziksel değil zihinsel bir fenomendir ve herhangi bir nesnenin herhangi bir bireyin o nesneye atfettiği kıymetten bağımsız bir değeri yoktur.
Sayfa 85
Özgürlük ile zor arasındaki gerilimli ilişkiye rağmen, zoru insan hayatından bütünüyle kaldırmak mümkün olamayacağından, özgür olma durumu insanın tamamen ve sonsuz derecede özgür olduğu bir mükemmeliyet haline tekabül etmemektedir. Özgür olmak, esas itibariyle, bir insanın, onu keyfi bir kararla belirli bir şekilde dav­ranmaya zorlayabilecek bir kimsenin iradesine tabi olmaksızın, kendi kararlarına ve planlarına uygun bir şekilde eylemde buluna­bilmesi imkanıdır. Daha basit bir ifade ediş tarzıyla, özgürlük, "baş­ka birinin keyfi isteğinden bağımsız olmak" durumudur.
Sayfa 23
Reklam
Pazar düzeninin işleyebilmesi için bazı şartların sağlan­ması gereklidir. Bunların en önemlileri, şiddetin ve hilenin önlen­mesi; mülkiyetin korunması; sözleşmelerin yerine getirilmesi (için gereğinde zor kullanılması); bütün bireylerin diledikleri kadar üret­meye ve istedikleri fiyattan satmaya eşit haklarının olduğunun kabulüdür.Bunları sağlayacak olan siyasi yönetimdir, hükümettir. Dolayısıyla hükümetin serbest piyasanın gerçekten işleyebilmesi için yapması gereken işleri içeren bir kamu politikası olmalıdır.
Sayfa 154Kitabı okudu
tüketicilerin arzuları kendileri tarafından yaratılmamakta, amacı daha önceden varolmayan ihtiyaçlar yarat­mak olan reklamcılık ve satıcılık teknikleriyle suni olarak oluştu­rulmaktadır. Dolayısıyla, istekler tatmin edildikleri sürece dayan­ maktadır. Galbraith buna "bağımlılık etkisi" (dependence effect) demektedir. Ona göre pazar süreci müsriftir, çünkü kaynaklar bi­reylerin istemediği, ancak onları satın almaya ikna etmek için büyük paralar harcandıktan sonra satılabilecek malların üretimine tahsis edilmektedir.
Sayfa 152Kitabı okudu
Eski Yunanlılar ve özel­likle Stoik filozoflar, Romalılar'ın daha sonra bütün imparatorlukları sathında yaydığı moral geleneği formüle etmişlerdir. Bu gelenek daha o zamandan itibaren büyük bir direnişle karşılaşmıştır. Ticaret devrimine karşı çıkan Isparta'lılar bireysel mülkiyeti tanımamış, hırsızlığa müsaade hatta onu teşvik etmiştir. Platon ve Aristo'nun eserlerinde dahi Isparta'nın tatbikatına duyulan bir özlemin izleri okunmaktadır. Roma cumhuriyetin son yılları ve imparatorluğun ilk asırları boyunca ticai faaliyetlere aşina üyelerin oluşturduğu senatolarca yö­netilmiş ve dünyaya mutlak bireysel mülkiyet üzerine dayalı bir özel hukuk prototipi sunmuştur. İmparatorluğun gerileyişi ve nihayet çöküşü Roma' daki merkezi yönetimin hür teşebbüsü ortadan kal­dırmasıyla olmuştur. Roma'nın karşılaştığı bu yükselme ve çökme olayı tarihte birçok defa tekrarlanmiştır. Hayek, vatandaşlarının günlük işlerine, ilişkilerine devamlı müdahalede bulunan bir yöne­tim altında medeniyetin ilerleyemeyeceğini belirtmektedir. Bu bağ­lamda, hiçbir medeniyetin esas hedefi özel mülkiyetin muhafazası olan bir yönetim olmaksızın gelişmediğini, buna karşılık bu şartları sağlayarak gelişen uygarlıkların özel mülkiyeti yok eden güçlü hü­kümetler tarafından duraklatıldığını söylemektedir.Hayek'in bu görüşünün Mises'in görüşleri ile olan benzerliği ilginçtir. Mises'de, bir kendiliğinden doğan düzen olan piyasa ekonomisinin insanlığı medeniyete ulaştıran strateji olduğunu, tarihte uygarlığın geliştiği her devir ve yerde piyasa ekonomisi benzeri bir sistemin uygulandı­ğını yazmaktadır.
Sayfa 128Kitabı okudu
Bireycilik deyince akla gelen sosyal teorilerden biri de hiç kuş­kusuz anarşizmdir. Ancak, Hayek' e göre klasik liberalizmin birey­ciliğiyle, rasyonalist sahte bireyciliğin ürünü olan anarşizm arasında önemli farklar vardır. Anarsizmin tersine, bireycilik zorlayıcı gücün gerekliliğini kabul eder, fakat onu toplam zor miktarını azaltmak amacıyla zorun kullanılmasının gerekli olduğu alanlarla sınırlar
Sayfa 106Kitabı okudu
Reklam
Liberalizm bi­reyi çevresinden tamamen soyutlanmış, dünyada tek başına var olan ve hayatını yalnız başına sürdüren bir varlık olarak almamaktadır. Böyle bir varsayımın hem pratik bir anlamı olamaz, hem de bu tür bir birey anlayışından hareketle toplum hakkında hiçbir şey öğreni­lemez. Birey elbetteki diğer bireylerle birlikte ve bireylerin oluştur­duğu aile, toplum gibi birlikler içinde yaşamaktadır. Burada gerçek bireyciliğin vurgulamak istediği nokta şudur: Ontolojik bakımdan temel varlık bireydir. Bütün sosyal bütünler bireylerden müteşekkil­ dir. Bütünlerden söz edildiği vakit onların "varlığını" ancak ve an­cak bireylerin eylemlerinde anlayabiliriz. Mises'in dediği gibi, bü­tünlerin hayatı onları oluşturan bireylerin eylemleriyle yaşanır. Hiç­ bir sosyal bütün gösterilemez ki, kendi başına hareket etsin, onun adına eylem ve işlemler bireylerce yerine getirilmesin.bir başka deyişle, bütünler gerçek anlamda değil, metaforik anlamda vardırlar. Hayek'in sık sık vurguladığı üzere toplum, birlik vs. adını verdiği­miz şeyler fiili birer "varlık" değil, bireylerarası ilişkilerdir. Bu ilişkiler ağına verilen adlar olan sosyal bütünlerin varlığını, biz, bizim varlığımızdan ayrı objektif gerçekler olarak anlamayız, kafamızdaki zihni kategorilere uygun olarak bu bütünleri yeniden kur­mak suretiyle onları bir anlamda hissederiz.
Sayfa 101Kitabı okudu
Hayek'e göre Adam Smith'in temel ilgisi insanın en iyi olduğu zaman ne kazanabileceği değil, insanın en kötü durumunda zarar vermek için en az fırsata ve imkana sahip olmasıydı. Onun ve çağ­daşlarının savunduğu bireyciliğin temel meziyeti, içinde kötü in­sanların diğer insanlara en az zararı verebileceği sistem olmasıydı. Bu sistem işleyebilmek için onu işletecek iyi insanlara veya bütün insanların şu an olduklarından daha iyi olmasına dayanmamaktaydı. Ayşe Buğra'nın da isabetle teşhis ettiği gibi, Smith'in bireyciliği insanların kötü olma kapasitesine rağmen herkese yararlı olabilecek bir sistemin olanaklılığını göstermekteydi.Smith ve arkadaşlarının sistemi bütün çeşitlilikleri ve karmaşıklıklarıyla, bazen akıllı ve fakat daha ziyade saf ve yetersiz yanlarıyla bütün insanları hesaba almakta, hepsini sistem içine yerleştirmekteydi. Onların başlıca hedefleri, insanları sınırlamak yerine bünyesinde onlara özgürlük vermenin mümkün olacağı bir sistemdi.
-Comte' un sisteminde de, Hegel'in sisteminde de özgürlüğe yer yoktur. Comte'a göre özgürlük "tabii ya s aların hakimiyetine rasyo­nel uyum"dur. Buradaki tabii yasalar tabii ki Comte'un kaçınılmaz gelişme yasalarıdır. Comte, evrim sürecinin aktığı "kesin ve sürekli entellektüel birliğin", Hegel ise "mutlak gerçek"in sahipliğini elle­ rinde tutmaktadır. Bununla beraber Hayek, Hegel'in bazı bakımlar­ dan Comte'dan daha liberal olduğunu belir t mektedir. Hayek' in Hegel ile Comte arasında gördüğü önemli ortak fikirle­rin sonuncusu, tarihsiciı iklerinin sonucu olarak ortaya çıkan moral relativizmleridir. Buna göre, bütün moral kurallar zamanın koşulları tarafından haklılaştırılmış olarak görülebilir veya sadece açıkca haklılaştırılmış kurallar geçerlidir. Bu fikir, şüphesiz, tarihsel deter­minizmin ,insanların farklı zamanlarda niçin gerçekten inandıklarına inandıklarını uygun biçimde izah edebileceğimiz inancının bir tatbi­ katıdır. Buradan hareketle insanların belirli zamanlarda neye inan­maları gerektiğini bilebileceğimiz ve rasyonel bir şekilde haklılaştı­rılamayan kuralların irrasyonel veya uygunsuz olarak reddedilebile­ceği sonucuna ulaşılır.
Özgürlüğü ve özgür toplumu müdafaayı güçleştiren bir başka neden, özgür toplum hakkında temelsiz biçimde ileri sürülen kara­lamalardır. Bunların en meşhurlarından biri, özgür toplumun aşırı maddeci olduğu görüşüdür. Bu doğru değildir. Özgür toplumlar plüralist toplumlardır. Bu toplumlarda bir tek değerler hiyerarşisi bulunmaz, pek çok değerler hiyerarşisi vardır. Bireyler diğerlerinin faaliyetlerini nereye yerleştireceklerine ve nasıl değerlendirecekleri­ne de kendileri karar verirler. Özgür olmayan veya özgür olmaktan kısmen uzaklaşmış toplumlar (refah devletleri) özgür toplumlardan çok daha fazla maddecidir.Özgür toplumlarda, özgür olmayan (mesela totaliter) toplumlardakinden çok daha geniş, etkili, gerçek ve gerçekçi bir dayanışma ve insani yardımlaşma vardır.
Reklam
Genellikle. kabul edilen bir görüşe göre refah devletle­ri bir devletin kanun hakimiyetini zedelemeden sosyal ve ekonomik hayata "pozitif' müdahalelerde bulunabileceğini ispatlamıştır. Bu doğru değildir. Orta Avrupa'dan Batı'ya doğru, Büyük Okyanus'un doğu yakasına kadar bütün refah devleti uygulamaları kanun haki­miyetini zayıflatmıştır. Kanun hakimiyetinin ilahi güçlerin koruması altında olduğu sanılmamalıdır. Bir kere kanun hak imiyetini ihlali yoluna girilince nerede durulacağının garantisi de yoktur. Noktanın totaliterizimle konulması ihtimali her zaman vardır, var olmuştur. Bu tehlikeyi ilk ve en iyi gören kişi Hayek'tir. The Road to Serfdom'ın tesirli çıkışından (1944) ölümüne kadar (1992) düşü­nür bu hayati meseleyi her yönüyle ortaya koymaya ve aydınları uyarmaya çalışmıştır.
Mill'e göre birey özgür olmalıdır ve bireye, eylemleri başka birini etkilemediği sürece, hiç kimse tarafından müdahale edilmemelidir. Lakin, Hayek'in de dediği gibi, başka birini etkilemeyen bir eylem neredeyse mümkün değildir. O bakım­ dan Hayek'e göre önemli olan herkesin aynı genel kurallara tabi olmasıdır. Soyut eşit, genel kuralların da teorik olarak Hayek'in müsamaha gösterdiği sınırları aşması ve özgürlükleri kısıtlayıcı olması mümkündür. Bu hususa ileride yeniden dönülecektir.
Hayek' in "zorlama" ile kastettiği, bir kimsenin çevresinin, güç sahibi başka biri tarafından, o bireyi daha büyük bir kötülükten ka­ çındırmak için, kendi kendisinin bağdaşık (coherent) plannına göre davranmak yerine, gücü kullanan kimsenin amaçlarına hizmet et­meye zorlayacak biçimde kontrol edilmesidir. Böyle bir durumda kişi kendi bilgi ve zekasını kullanmaya veya kendi amaçlarını ve inançlarını izlemeye muktedir değildir. Zorlama kötü bir şeydir, zira bireyi düşünen ve değerlendiren bir varlık olmaktan çıkarır ve onu başka birinin am açlarının elde edilmesinde kullanılacak basit bir araç durumuna düşürür. Bir kimsenin kendi bilgisinin belirlediği­ gösterdiği araçlarla bizzat kendi amaçlarını izleyeceği özgür eylem başka biri tarafından keyfi biçimde şekillendirilemeyecek ayrıntılara dayanır. Özgür eylemin olabilmesi için, bireyin bilinen bir özel alanının olması ve bu alanın şartlarının başka biri tarafından bireye yalnızca o kişi tarafından öngörülen seçimi bırakacak biçimde şe­killendirilememesi gerekmektedir.
Gündelik dilde bir ülkenin bağımsız olması ile özgür olması her zaman birbirine karıştırılmakta ve ge­nellikle birincisi ikincisinin yerine kullanılmaktadır. Bağımsız ülkelerin otomatikman özgür de oldukları var sayılmaktadır. Oysa, bağımsızlıkla özgürlük arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Bağımsız fakat özgür olmayan pekçok ülke vardır. Bu karışıklığın nedeni, özgürlük kavramının bireyler yerine kollektif bütünlere uygulanmak istenmesidir. Bu durum en belirgin biçimde bir halkım yabancı bo­yunduruğundan kurtulma ve kendi kaderini belirleme hakkından söz ettiğimiz vakit ortaya çıkar.Böylece "özgürlük" kelimesi bir bütün olarak bir halk üzerinde özellikle yabancıların zorlamasının olma­ması, var olan zorlamaların kalkması anlamına gelir. Bireysel öz­gürlüğe inanan kimselerin milletlerin bağmsızlık anlamındaki öz­gürlük mücadelesine sempati duymaması beklenemez. Fakat, bir­ birlerine benzetilmelerine rağmen, özgürlük ile bağımsıziık·aynı şey değildir ve bağımsızlık mücadelelerinin kaçınılmaz olarak özgürlü­ğü pekiştirmesi, desteklemesi de umut edilemez.
Kendi ülkemizdeki gözlemlerimizden de anladığımız üzere, ba­ğımsız çalışan, kendi işinin patronu olan kimseler sosyal adalet çağ­rısını ya hiç yapmayan, ya da çok az yapan insanlardır. Çünkü bun­lar kazançlarının kendi bilgilerine, becerilerine ve biraz da şansları­na dayandığını bilmektedirler. Özel hayatlarıyla iş hayatları içiçedir. Risk alırlar. Verilmeye değil kazanmaya alışıktırlar. Bu bakımdan bir ülkede çalışan insanların ne kadar fazlası kendi işinde çalışıyorsa özgürlüğün korunması da o kadar kolaydır. Herkesin ücretli memur veya işçiye dönüştüğü yerlerde özgürlüğü korumanın ya imkansız ya da çok güç olduğunu muhteşem deneyler kanıtlamış bulunmakta­dır.
Sayfa 190
30 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.