Ey kara Cübbeli senin gündüzün gece,
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere,
Onlar yaradanın sanatı peşindeler,
Seninse aklın fikrin abdest bozan şeylerde.
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
Akılla bir konuşmam oldu dün gece,
Sana soracaklarım var, dedim:
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin
Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
Birkaç yıl daha katlan, dedi.
Nedir; dedim bu yaşamak?
Bir düş, dedi; birkaç görüntü.
Ey güzel, sen ki bana derdi derman edensin;
Şimdi: Çekil önümden, diye ferman edersin;
Senin yüzün canımın kıblesi olmuş bir kez;
Ne yapsın, kıble mi değiştirsin bu can dersin?
Gül der ki yüzüm yüzlerden güzelken
Ezer suyumu çıkarırlar bilmem neden.
Bülbül de şöyle der ona sanki içinden:
Bir yıl dert çekmeden var mı bir gün sevinen?
Bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?
Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim
Gezecek bizim toprağın yeşilliğinde.