Orta Asya'da, yazılı kaynaklara göre altıncı yüzyılda Türk adlı bir kavim ortaya çıktı. Çeşitli nedenlerle kavim asırlar sonra dünyaca başka eşi görülmeyen yüzyıllar sürecek bir göçe başlayarak Batı Asya, Orta Doğu, Mezopotamya ve Anadolu topraklarında kademe kademe hüküm sürdü. Türklerin ilerlemeleri Küçük Asya adı verilen Anadolu'nun batısında Roma İmparatorluğuyla karşılaştıklarında durdu. Yüzlerce yıldır Araplar, Slavlar, Hunlar, İranlılar, 'Bulgarlar ve Macarların tıkanıp kaldıkları yerde Türkler de yolun sonuna gelmişlerdi. On beşinci yüzyılın ortasında, 19 yaşındaki bir genç bütün dünyanın kaderini değiştirecek bir olayı gerçekleştirmek üzereydi.
Bazı çağlarda uygar insanlar kabile halkının topraklarını mülklerine katmak amacıyla onları avladılar, tıpkı Avrupalıların Amerika yerlilerine yaptığı gibi. Bazen uygar insanlar kabile insanlarını köleleştirmeye çalıştı, tıpkı Mısırlıların antik İbrani kabilelerine yaptığı gibi ya da Batılıların Afrikalıları plantasyonlarda çalıştırmak üzere köleleştirmesi gibi. Bazen de şehirlerdeki insanlar kabile insanlarına karşı soykırım savaşı verdiler, tıpkı İspanyolların Aravak ve Karayip Yerlileri’ni katlettikleri ya da İngilizlerin Tazmanya aborijinlerini infaz ettiği gibi. Kabile insanı da yüzyıllar boyunca saldırganlara karşı savaş verdi, halta bazı çağlarda saldırgan haline bile geldi. Kuzey Avrupa’nın Cermen kabileleri büyük Roma İmparatorluğu’nun güçlerini en sonunda yenilgiye uğrattı ve Hunlar doğu imparatorluğunun büyük kısmını geçici olarak ele geçirdi. Bazen kabile insanları şehir insanlarını fethederek bu şehirleri kendilerinin kıldılar. Nitekim İbrani kabileleri Kenan (Filistin) diyarını ele geçirdi, Moğollar Çin’i fethetti ve Türkler hayli şehirleşmiş Bizans İmparatorluğu’nu aldı.
Sayfa 14
Reklam
‘’Tarihi çevir, nal sesi kısrak sesi bunlar Delmiş Roma’nın kalbini mızrak gibi Hun’lar Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler Türk’ün tarihine binbir zafer ekler Dünya atımın nalları altında ezildi Kaç haçlı sefer göğsüme çarpınca kesildi Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden Kudret ve zafer bizlere miras dedemizden.’’
Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denilen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ile Moğolca eskiden tek dil olup, ancak Hunlar çağında iki ayrı dil hâline gelmiştir. "Hun-Türk Münasebetleri" adlı tebliği ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur.
Mete'nin Hunlarının yiğitliğe ve nişancılığa ihtiyaçları yoktu. Lüzumundan çok cesur ve nişancı idiler. Mete, bu meziyetlere disiplini de ekleyerek Türk ırkını ebedileştirdi. Disiplin... Emir vermek gururu ve emir almak sarhoşluğu... Bu sarhoşluk müthiş bir şeydir ve içinde atom enerjisi gibi korkunç bir kuvvet gizlidir. Hunlar, Tabgaçlar, Aparlar, Gök Türkler, Uygurlar, Karahanlılar ve Selçuklular hep aynı strateji ve aynı taktikle savaşıyorlardı. Ani baskın yapmak; yahut düşman saldırınca çekilmek, çekilmek ve onu üssünden iyice uzaklaştırıp yıprattıktan sonra kesin sonuçlu savaşa girmek. Düşmanla karşılaşınca ok yağdırarak ince ay şeklinde saldırmak, düşman dayanırsa yine ince ay biçiminde hızla çekilmek ve çekilirken geriye şaşmaz oklarla atış yapmak. Bu ince ay, kovalarken de, kaçarken de düşmanı kıskaç içine almaya daima hazır bir metottur ve çok kere kapanarak onu yok etmiştir. Savaş, bozkırların bir hayat felsefesi olmuştur. Henüz İslâmiyet doğmamıştır ve Türkler ebedi cenneti bilmedikleri gibi şehitlerin cennete gideceklerinden de haberleri yoktur. Öyle olduğu halde savaşta ölmeye can atarlar, evde ölmekten utanırlar, böyle bir ihtimal karşısında benizleri sararır. Böyle bir orduyu elbette yenemezsin. Yok edebilirsin, fakat mağlup, asla!
Timuçin’in amacı, "Türk birliğini’’ sağlamaktı. Bu genç adam, eski Koyunluların, Göktürklerin, Orhonluların, Uluhanların, Tupaların, Yueçilerin ve Hunların birer efsane halini alan şerefli mücadelelerinin anlatılarak, Türk diyarında yine o şereflerin filizlenmesine ve büyüyüp dal budak salmasına çalışılmasını tavsiye ediyordu. O her hikayeyi mutlaka şu sözlerle bitirirdi. "Eski Türkler, atalarımızın yaşadığı uluslar "Hiyong-No’’ diye adlandırıldıkları, yahut Hunlar bizim adını bile bilmediğimiz engin sular kıyısında avlandıkları günlerde, bütün dünya silahlarımız karşısında tir tir titrerdi. Seksen bir bin millet kara sancağımızın karşısında diz çökerdi. Şimdi ünsüz, yarı çıplak birer göçebeden başka bir şey değiliz!
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.