Hz. Osman (r.a.) halife olunca minbere çıktı. İnsanlar onun ne söyleyeceğini merakla bekledi ama o sessiz kaldı ve hiçbir şey söylemedi. İnsanlara nazar ettikçe öyle bir vecde kapıldılar ki oradan ayrılamadıkları gibi nerede olduklarından dahi habersiz bir hâle geldiler. Yüzlerce vaaz veya hutbe dinleselerdi böyle bir hâle girmiş olamazlardı. Hiçbir konuşmadan veya amelden öğrenemeyecekleri kadar değerli dersler ve kıymetli sırlar edindiler. Vaazın sonuna kadar Hz. Osman cemaate sadece sessizce nazar buyurdu. Minberden inecekken 'Konuşkan bir emiriniz olacağına, işini yapan bir emiriniz olsun' buyurdu. Ve hakkıyla konuştu, zira kelâmın kemâli, fayda sağlayacak bir şey vermek ve ahlâkı dönüştürmekse, o zaman bu ikisi konuşmaksızın çok daha iyi yapılabilir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
Hz.Osman kuyunun işletim hakkının bir gününe karşılık 12000 dinar verdi. Sonra mescide geldi ve şöyle dedi: "Ey Müslümanlar! Ben Rûme Kuyusu'nun birer gün arayla işletim hakkını satın aldım. Bundan böyle kuyunun işletim hakkı bir gün bizim, diğer gün kuyu sahibi Rûme el Gıfari'nindir. Siz işletim gününün bizde olduğu gün gidin, su ihtiyacınızı karşılayın. Lakin sakın ertesi gün gidip de parayla su almayın." Ve bu sözler o günkü İslam toplumunda karşılık buldu. Hz.Osman'ın bu sözüne Müslümanların hemen icabet etmeleri, o toplumdaki birliğin, ümmet olma şuurunun gelişmiş olmasının en güzel örneklerindendir. Buradaki en güzel hatıra nedir biliyor musunuz?
-Nedir Hocam?
O kadar güzel ki... Hz Osman (r.a.) kuyunun işletim hakkını almış olmasına rağmen su testilerini alıyor, gelip sıradan bir insan gibi sıraya giriyor ve sıra kendisine geldiğinde testileri doldurup gidiyor. Allah (c.c.) ondan ebeden razı olsun.
Muhakkak ki dünya fâni,
Âhiret ise bâkidir.
Fâni olan sizi şımartıp azdırmasın.
Bâki olandan alıkoymasın.
Siz bâkiyi, fâni olana tercih ediniz.
Dünya, sonu olandır.
Dönüş Allah'adır.
Allah'tan korkunuz.
| Hz. Osman (r.a)
Hz. Omer in bizzat kendisinin "Kim Müslümanlarla meşveret etmeksizin birisine biat ederse ne ona ne de biat ettiği kimseye tabi olunmaz (biat edilmez) ve her ikisi de öldürülür" ve "Meşveretsiz hilafer olmaz" sözleri (Bkz. Buhari "Hudud". 31) göz önünde bulundurulduğunda onun Müslümanların rızasını almaksızın, devlet
Nur Risaleleri'nde Hristiyan ve Müslümanların ittifakına (!) Said Nursî tarafından Mehdî (a.s.) de iştirak ettirilmiş ve bu ittifakın programı olan Risale-i Nur'u Mehdî'nin neşir ve tatbik edeceği de iddia edilmiştir:
"...sonra gelecek o mübarek zat (Mehdi), Risale-i Nur'u bir programı olarak neşr ve tatbik
1. BÖLÜM
SAİD NURSÎ, NUR RİSALELERİ VE İLİM
1.1. SAİD NURSÎ’NİN TAHSİL HAYATI
Risale-i Nur müellifinin tahsil hayatı üç aydan başka mevcut olmadığı halde
(...)10
Evet o zât (Said Nursî) daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan
zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhîrine
ve ledünniyat ve
"BEN İLMİN ŞEHRİYİM, ALİ DE ONUN KAPISIDIR."(1)
Nur Risaleleri'nde "Keramet-i Aleviye" diye sunulan bu büyük iddiaların temel dayanağı, işte bu hadistir. Bu hadisin Nur Risaleleri'ninde zikredilmesinin sebebi, müellifinin gizli ilimlerin Hz. Ali'ye verildiğine inanması ve bundan kendisi ve risaleleri lehine
Ebu Bekri Sıddık (r.a.) vezirimdir ve Benden sonra ümmetim üzerine halifemdir. Ömer (r.a.) Benim lisanım üzerine konuşur. Ali (r.a.) amcamın oğludur, kardeşimdir, bayrağımın hamilidir. Ve Osman (r.a.) Bendendir ve Ben de Osman (r.a.)'danım.
Ravi: Hz. Câbir (r.a.)
Sayfa: 9 / No: 8
Ramuz El-Ehadis
Zira safanın bir aslı ve kökü, bir de fer'i ve dalı vardır. Safanın aslı, kalbin agyar ve yabancılardan ayrılmasıdır. Fer'i ise gaddâr dünyadan eli boş olmasıdır. Bu ikisi, Sıddîk-i Ekber (en büyük sıddîk) Ebu Bekir Abdullah b. Ebu Kuhafe'nin (r.a.) sıfatıdır. Çünkü bu taifenin imamı ve önderi o idi. Kalbi, ağyardan ayrılmış durumda olduğu için, Peygamber en yüce huzura ve saf makama göçtüğü vakit, bütün sahabenin kalpleri kırıldığı halde onun kalbi ağyardan ayrı bir halde idi. Hz. Ömer, kılıcını sıyırarak, "Kim Muhammed öldü, derse başını keserim" dediği zaman, Sıddîk-i Ekber ortaya çıkmış ve şöyle haykırmıştı: "Dikkat! Kim Muhammed'e tapıyorsa, bilsin ki, artık o ölmüştür. Kim Muhammed'in Rabbı'na tapıyorsa, bilsin ki, O Hayy'dır, ölümsüzdür" Ebu Bekir daha sonra: "Muhammed sadece bir peygamberdir, ondan evvel de peygamberler gelip geçmişti. Şayet o ölür veya öldürülürse, siz gerisin geri mi döneceksiniz?" (Al-i İmran, 3/144) mealindeki ayeti okumuştu.
Yine Sahâbe'den Sehl b. Ebî Hasme (41/661 civarı) şöyle demiştir: "Resûlullah (s.a.v) hayattayken fetva verenler Muhacirûn'dan 3 kişi: Ömer, Osmân ve Ali; Ensâr'dan da 3 kişi idi: Übeyy b. Ka'b, Mu'âz b. Cebel ve Zeyd b. Sabit" (r.anhum ecmaîn).
… Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiğinde ictihad seviyesine ulaşmış olan sahâbîlerin sayısının 20'den fazla olmadığını söyleyen İbnu'l-Hümâm'ın (861/1457) bu tespitinin de İbnu'l-Cevzî'nin söylediğine(14 sahabi adı vermiştir) çok aykırı düşmediği söylenebilir.
Her ne kadar Hz. Peygamber'in (s.a.v) Sahâbe'den herhangi birini diğerlerine mutlak anlamda tafdil ettiğini söylemek doğru değilse de, kimi sahâbîlerin bazı hasletlerde diğerlerinden üstün olduğu bir gerçektir. Bu nokta bizzat Hz. Peygamber'in (s.a.v) ihbar ve tesciliyle sabittir:
“Ümmetimin ümmetime en merhametlisi Ebû Bekr, Allah'ın emrini yerine getirme konusunda en serti Ömer, samimi hayâsı en çok olanı Osmân, kaza/yargı işini en iyi bileni Ali b. Ebî Tâlib, helal-haramı en iyi bileni Mu'az b. Cebel, feraizi en iyi bileni Zeyd b. Sabit, Kur'ân kıraatlerini en iyi bileni Übeyy b. Ka'b'dır. Her ümmetin bir emini vardır; bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'tır. "
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kur'ân'ı dört kişiden öğrenin: Abdullah b. Mesud, Mu'az b. Cebel, Übeyy b. Ka'b, Ebû Huzeyfenin azatlısı Salim. "