"Mitler, “bizi varoluşumuzun içgüdüsel temellerine bağlayan” ve “psişik süreçlerin ve gelişimin tanımları" olan metaforlardır. Mitsel fikirler, dünyanın her yerinde mitolojide, masallarda ve “normal ve ruhsal hastalığı olan kişilerin rüyalarında, vizyonlarında ve fantezilerinde" gözlemlenebilirler. Mitolojik anlatımı akıl “boş
Mesela yaptığınız ya da söylediğiniz bir
şeye çok kızarlar. O kadar kızarlar ki, sizi bir daha görmek istemiyorlardır. O kadar kızılacak bir şey midir söylediğiniz?
Pek önemi yoktur, onlar bunun gerekli doğrulamasını yapmışlardır. Zaten içgüdüleri sizden uzak durmayı
söylemektedir, akıl ona gerekli kılıfı bulur. Bu içgüdü, sizin yaptığınız ya da söylediğiniz şey karşısında onarılamayacak
şekilde kırılmayı haklı çıkaracak mantık zincirini kurmaya da kadirdir.
Mesela yaptığınız ya da söylediğiniz bir
şeye çok kızarlar. O kadar kızarlar ki, sizi bir daha görmek istemiyorlardır. O kadar kızılacak bir şey midir söylediğiniz?
Pek önemi yoktur, onlar bunun gerekli doğrulamasını yapmışlardır. Zaten içgüdüleri sizden uzak durmayı
söylemektedir, akıl ona gerekli kılıfı bulur. Bu içgüdü, sizin yaptığınız ya da söylediğiniz şey karşısında onarılamayacak
şekilde kırılmayı haklı çıkaracak mantık zincirini kurmaya da kadirdir.
Dolunay insan davranışlarını etkiler mi?
İnsanlar arasında bu inanç oldukça yaygındır. Hatta birçok ülkede polisler ve hastanelerin acil servis personeli, dolunay oluştuğu zaman işlenen suçların, intiharların, trafik kazalarının daha çoğaldığını, insanların renkleri görme yeteneklerinin azaldığını, sara nöbetlerinin sıklaştığını, sinir
Her karar bilinçli ve bilinçsiz nedenlerle desteklenir. İçgüdü dediğimiz şeyler aslında geçmiş deneyimlerimizin, derinlerde sakladığımız umutlarımızın, korkularımızın ve arzularımızın oluşturduğu karmaşık mozaiklerdir....
Hayatının değerine dair dertleri hiç olmasa da, kendisinin ve daha bir dolu insanın yaşamaya neden devam ettiğini hep merak etmişti; bazen kendini ikna etmekte bile zorlanıyordu, oysa daha milyarlarca insan aklının dahi alamayacağı yokluklar, sefalet ve hastalıklar içinde yaşayıp gidiyordu. Ama hiç vazgeçmiyorlardı. O zaman insanın yaşama kararlılığı bir tercih değil de, evrimin eyleme geçiş şekli miydi? Beynin içinde kas bağları kadar sertleşip zedelenmiş bir nöron takımyıldızı, insanların mantıklarının emrettiği bir şeye karşı durmalarını mı sağlıyordu? Bir yandan da sarsılmaz değildi bu içgüdü, kendisi bir kere yenebilmişti. Peki sonra ne olmuştu ona? Zayıflamış mıydı, daha dayanıklı hale mi gelmişti? Hayatı, yaşamayı tercih edebileceği kadar kendine ait miydi hâlâ?
Günaydın. Yıllar geçse de büyüsek de hayallerimizin hepsine değil de birçoğuna kavuşsak da, daima bir şeyler noksan. Bir şeyler anlaşılmaz. Hiç bitmiyor insanın aradığı o "şey". "Mükemmel Günler"deki o diyalogu hatırlayın: "-Hâlâ anlam veremediğim pek çok şey var. -Hayat aşağı yukarı böyle bir şeydir." Ne tuhaf,