"kafka’nın değişim eserinde hayvanlaşan hayat anlayışımızı kaç kişi anlayabildi ki, intihar etmek için çabalarını kaçımız düşündü ki, yoksa hasta bir kişiliği mi okuyoruz?
kaç kişi sanat adı altında mozart’ın sarayda kızların peşinde koşarken krala yakalanmasını biliyor ki? kız çığlıklar içinde kaçarken mozart onun peşinde koşuyordu. üstü
"Bizi sarsan, kızdıran, canımızı yakan, bir anda dibe çökerten bir insan karşısında söylenecek en uygun sözcük nedir? Böyle durumlarda bizi öyle gönül rahatlığı içinde dingin bırakan bir 'son sözcük' mucizesi var mıdır? Maalesef yok.
Asıl söylenmesi gereken asla söylenmez. Söylenmeden öylece kalır.
Susmak... Evet susmak bazen saatlerce konuşmanın, sayfalar dolusu sözcüğün anlatmaya çalıştığından çok daha fazlasını anlatır, ulaştırır karşınızdakilere."
Bir insan susunca, sesi içinde dolaşmaya başlıyordu. İyice yayılıyordu. Sonunda gözlerde, ellerde, oturuşta, yürüyüşte, ette kemikte çın çın ötmeye başlıyordu bu ses. Dünyayı anlamak için susmak yetiyordu...
“O quam salubrr, quam iucundum et suave est sedere in solitudinr et tecare et loqui cum Deo.”
Yalnızlık içinde oturup susmak ve Tanrı’yla konuşmak, ne sağlıklı, ne sevinç verici, ne hoş.
Yaratıcıyla ilişkisini keserek kaybolduğu için kalbi çok acı çekmektedir.
Süreyya'nın kalbi Yaratıcısız yapamaz.
Benliğin bu gururu kalbe çok sıkıntı çektirir.
Kalbi Süreyya'nın kararını doğru bulmaz.
İçinde hep bir huzursuzluk taşır.
Kalbi, doğru olanın Yaratıcının kararına uymak olduğunu bilir.
Kediye ölüm verilmesinin bir hikmeti olduğunu, insanın itiraza hakkı olmadığını bilir.
Hatta Süreyya'nın aklı da bunu bilir.
Ancak, benliğinin kibirli tavrı karşısında aklı susmak zorunda kalır.
Süreyya'nın nesne ve varlıklarla ilişkisi bundan sonra bozulur.
O artık varlıkla bağlantısını kaybetmiştir.