Ey İstanbul!
Sana bu şiiri hastanelerin acil servislerinden,
yoğun bakım odaları ağzına kadar dolduğu için
hastaların ambulanslarla başka hastanelere taşınırken çıkan siren
ve trafikteki diğer araçların korna sesleri
ve aralarından geçmeye çalışan insanların itiş-kakışları
ve kuru öksürükleri içinden yazıyorum!
Sana bu şehrin tam kalbinden,
yani
Atatürk, Amasya'daki ilk direniş konuşmasını hükümet konağında yaptı. Kendisini dinleyenlerin gözlerinin içine bakarak yaptığı
o konuşmayı şöyle bitirdi: “Amasyalılar! Düşmanların Samsun'dan yapacağı herhangi bir çıkarma harekâtına karşı ayaklarımıza çarıklarımızı çekerek vatanı en son kalesine kadar savunacağız. Allah milletimize mağlubiyeti gösterirse bütün evlerimizi, mallarımızı ateşe vererek ve vatanı bir yıkık yurda çevirerek boş bir çöl halinde
düşmana bırakacağız."
Yaralı bir hayvan gibi saklanmak için kendime kuytular arayıp dururken acı gerçeği kabullenmek zorunda kaldım: Kayboldum.
Kaybolmak ansızın başımıza gelen felaketlerden değil; bir zaman dilimine yayılarak, yavaş yavaş insana sezdirmeden gerçekleşiyor. Ancak son evrede kendini belli eden sinsi hastalıklar gibi iş işten geçtiği vakit anlıyorsun
Vücutlarımız birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele hayatımızı verebilmektir, baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh çıkmaktır.
Seni özgürce ve korkusuzca sevebilmek için neler verebileceğimi bilseydin..
Bu aşk, hayatının bütün o eski aşklarından hiçbirine benzemeyecekti, her zaman
Böylece geceden geceye
Karanlığın Şili kıyıları boyunca
Derin olduğu uzun saatte
Kaçak geçiyordum kapıdan kapıya.
Öteki yoksul evler
Öteki eller
Vatanımın her kıvrımında bekliyorlardı adımlarımı
Sana hiçbir şey anlatmayan
Bu kapıdan bin kez geçtim
Bu yıkık duvardan bu çiçeği solgun pencerelerden Bu benim için bir sırdı
Hayatın çırpınan sırrı
Şehadetin içine sindiği
Kömür bölgelerindeydi
Kıyının limanlarında
Antartika takım adalarının yanında
Dinle, belki bu çınlayan sokakta
Öğle sokaklarının müziğinde
Ya da parkın yanındaki
Bu pencere içinde
Ki insan fark edemez başka pencereler arasında
Aydınlık bir çorba tabağıyla
Ve masa üstünde bir yürekle
Beklerdi beni
Bütün kapılar benimdi.