Yolcu, keder çekme ki bu diyara düşenin
Yolunda otlar biter, mezarında çiçekler!
Karaltılar belirir başında her köşenin,
Her geçidin ucunda bir gözü kanlı bekler.
Gökten imdat isteme, güvenme gözyaşına,
Bakma düşman gözüyle bir sürü yoldaşına:
Murada ereceksin yarın sen tek başına,
Onlarsa yarı yoldan geriye dönecekler...
Varsın, tan ağarmadan kumral saçın ağarsın,
Sen sonu cennet olan yolundan dönme! Varsın,
Yolunu kesmek için zinciri koparsın
Dokuz yıl artığınla beslediğin köpekler!
Bizi bekler esir olmuş ülkeler
Bizi bekler yetim kalmış ülkeler
"imdat" diye haber salmış ülkeler
Boş mabetler girilmeyi bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.
Çöl bir avcıdır
Şair yüreğiyle beslenen Gözbebeklerini
Yüzüğüne taş gibi takan Ciğerlerini
Açıp yaprak yaprak Günlüğünü tutan
Kaburga kemiklerini ok gibi fırlatan Karanlık aşk levhasına
Ve şair Hızır'a arkadaş
Âbıhayat yolculuğuna çıkan
Dilinde kırık dökük heceler
Dante Virjil Beatris
Romeo ve Jülyet
Firdevsi Hafiz Câmi
Fuzuli ve Nizami
Leylâ ve Mecnun
Kaf ve Nûn sûrelerinden
Azık toplayan yolcu
Çölün sır tuzaklarını
Esrar beldelerini aşmak için
Tanrı dilinden
Medet umup İmdat isteyen
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabanî uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan
Özel yağmurunu yanında gezdirirdi
Cam tozu serpintisi su pırıltılı
Profili oğlan çocuğu ağzı hüzün
Sevda çetin bir sınav bunu bilirdi
Yüreğini tüketen epeyce ağrılı
Özel yağmurunu yanında gezdirirdi
Sabahtan akşama bütün gün
Bir kalemle buluşmasın şairdi
Şiirleri nedense ağır yaralı
Gizliden gizliye kan kaybediyor
Eli fırça tutunca yaptığı
“En önemli anlarda yeniden doğabilsen!” Bu Çin lanetlemesinin altın da eziliyoruz. Ve görevimiz, bu lanetlemeyi kutsama haline getirmek; çetin bir görev, ağır bir iş. İnsanoğlunun kendini beğenmiş erdemleri, Kutsallık, İnatçılık, Yiğitlik, imdat!”
"Evinize siz mi bakarsınız yalnız"
Güldü.
"Ya kim bakacak? Benim evime herkes gelip bakacak değil ya."
"Yani çoluk çocuk, akraba falan demek istedim."
"Gözünden bile imdat umma," diye güldü.
Biri, ölmek üzere olan bir insanın imdat çığlıklarını duyuyor ve televizyonunu rahatça izleyebilmek için kapıyı kapatıyor. Tanrım, bu dünya ne hale geldi böyle?
Gölde yüzen göçmen kuğu
Selam versem alır mısın?
Ağırlarım her konuğu
Gitme desem kalır mısın?
Bakışınla can kat bana
Her nefesin imdat bana
Ne gördünse anlat bana
Arkadaşım olur musun?
Dost özlemek nasıl bir şey?
Yol gözlemek nasıl bir şey?
Aşk gizlemek nasıl bir şey?
Yaşadın mı, bilir misin?
Mezar büyük, dünya küçük
Gün sayarız yarım-buçuk
Kalbim geniş, kapım açık
Davet etsem gelir misin.
Yükselirsin perde perde
Kanat süzersin göklerde
Sevdiklerin kimdir, nerde
Aramakla bulur musun?
Gidin, akşamları, yamru yumru evlerin yılankavi sınırladığı kuytu mahallelerde dolaşın; oralarda, sokak ortalarında ağlayan çocuklar göreceksiniz;
onlardan ağlamayı öğrenin!..
Hastahane önlerinde, adliye koridorlarında, hapishane kapılarında, yazıhane eşiklerinde, maden kuyularında, tarla hendeklerinde. . .
Daha nerelerde, nerelerde?. .
Kansızlıktan kurumuş bir insanlık kaynaşıyor.
Seyredin ve ağlamayı öğrenin!
Bit pazarına uğrayın, oralarda yerlere serilen eşyaya bakın; ölen çocuğun minicik kazağını satmaya gelenle, bunu düşürmeye bakanın edâlarına dikkat edin;
ağlamayı öğrenin!
Hiçbir şey yapamazsanız, kırlara çıkın, kuş yuvalarını bozmak için ağaçlara tırmanan haylazlara katılın; cıvıl cıvıl imdat isteyen yavru kuşları, sonra, havada kıvrımlar çizerek acı acı çığlık koparan anne kuşu görün;
ağlamayı öğrenin!
Yavrusunu ensesinden dişleyip selâmete götüren uyuz ve topal kediye baksanız yeter. . .
Ağlamayı öğrenin!
Sakın, öğrenemeyiz, demeyin;
ben öğrendiktensonra, siz nasıl öğrenemezsiniz?
VLADIMIR: Pozzo! Pozzo!
ESTRAGON: Adının Pozzo olduğundan emin misin?
VLADIMIR (kaygıyla). Bay Pozzo! Buraya gel! Bir şey yapmayacağız sana.
ESTRAGON: Başka isimler denesek.
VLADIMIR: Ölüyor galiba, maalesef.
ESTRAGON: Eğlenceli olur.
VLADIMIR: Ne eğlenceli olur?
ESTRAGON: Başka isimler denemek, art arda. Vakit geçer, er geç doğrusunu buluruz.
VLADIMIR: Adı Pozzo diyorum sana.
ESTRAGON: Anlarız şimdi. Bakalım. (Düşünür.) Habil! Habil!
POZZO: İmdat!
ESTRAGON: Bir defada bildim!
VLADIMIR: Bu konu bıkkınlık vermeye başladı.
ESTRAGON: Belki ötekinin adı da Kabil'dir? Kabil! Kabil!
POZZO: İmdat!
ESTRAGON: Bu adam bütün insanlık!
VLADIMIR: Kulaklarımızda hâlâ çınlayan imdat çığlıkları bütün insanlığa dönük! Ama burada, zamanın bu noktasında insanlık biziz. Hoşumuza gitsin gitmesin. Bunun değerini bilelim, çok geç olmadan!