Bu hızlı el yazsını okumaya çalışıyorum fakat hiç durmadan biçim değiştiren bu çivi yazısından çözebildiğim yegane kelime Adalet değil, Ölüm. Ey ölüm, üstü tozlanmış güzel yüzlü çocuk, işte sana küçük bir saray, cilveleş dilediğin kadar. Yaklaş aheste beste güzel topuklarınla, aç kırışıklığını tafta elbisenin ve dans et. Bütün üçkağıtları yeryüzünün, duyularımın kuvvetine kuvvet katan bütün hileler, astronomik teleskoplar, bin bir çeşit büyüteçler, taze kır çiçeklerinin emsali uyuşturucular, alkoller ve şahmerdanları, sürrealizmler, her yerde senin mevcudiyetini açığa vuruyorlar. Ölüm, gözüm gibi yuvarlak. Unutmuştum ben seni. Unutmuş dolaşıyordum eve dönmem gerektiğini, iyi yürekli kahyam benim, dönmem gerek kaselerde çorbaların soğuduğu, gözün kapıda turpları dişlediğin, etinden sıyrılmış parmak kemiklerinle masa örtüsünün uçlarıyla oynadığın eve. Tamam, kapılma telaşa, bir avuç daha fıstık benden sana, bütün bir mahalle bulvarlarla dolu, o minik dişlerini bilemen için. Sıkboğaz etme beni: Geleceğim.
Korkusuz gezebilsem sokaklarını
bu mahalle hoşuma gitmeyecek değil...
Bakkal köşe başındadır
iki aydır kalem sürülmedi
Öğretmen Rıfat Bey'in hesabına,
toplam çizgisi çekildiği halde
borcu silinemedi;
nasıl geçersin önünden...
Yağlar ortalıktan çekileli
kasaba fazlaca yüklendik;
beş kilo kuyruk oldu, şimdiden;
elin Eğinli'sinin ağzını