Ölüm denilen zalim kuvvet nihayet içimizden en büyüğümüzü, en çok sevdiğimizi de aldı. Türkiye’ye ve Türklere nur saçan ışığı söndürdü. Ruhlarımızı ve gönüllerimizi karanlığa boğdu.
Evvelki akşam birdenbire ağırlaşan Ulu Şefimiz, 24 saat süren bir mücadeleden sonra, nihayet aramızdan ayrıldı.
Zaten aylardan beri kalplerimiz endişe ve ıztırap içinde idi. Atatürk’ün, yatağa değil cihana sığmayan büyük adamın yatağa esir düşüşü ruhumuzu eziyor, gözümüze yaş doluyor, içimiz ağlıyordu.
Mekteplerde çocuklar, evlerde analar, hepimiz, herkes milletçe aylardan beri yas tutuyorduk. Bu ışığın sönmemesi için bütün ümidimizi bir mucizeye bağlamıştık. Bir ay evvelki buhranın muvaffakiyetle mukavemet etmiş olması, bu ümidimizi kuvvetlendirmişti.
Fakat ölüm, her şeyden kuvvetli ölüm, bu yatağına sığmayan büyük iradenin muazzam bir enerjisini kırdı ve hepimizi babası ve yetim bıraktı.
Dün sokaklarda herkes ağlıyor, mekteplerde çocuklar, evlerde kadınlar ağlıyordu. İşler durmuş, memleketin üstüne ağır, karanlık bir matem havası çökmüştü