Bazı kitaplar üzerinden yıllar geçse de sizi tesiri altında bırakmaya devam eder.
Dünyanın gidişatı hakkında pek de olumlu bir kanıya sahip olmadığımız zaman diliminden geçerken bu kitabı anımsadım. "Gerçeklerin en korkuncunu görmedin daha, dünya değişir ve hep aynı kalır." (S.54)
"Bu dünyaya bir çocuk getirilmeli mi?" sorusu etrafında şekillenen bu mektup-romanda, kadın olmanın beraberinde getirdiği zorluklar kitabın ana çerçevesini oluşturuyor.
İstenmeyen bir çocuğu dünyaya getirmenin ağırlığını omuzlarında hisseden bir anne adayı, henüz doğmamış olan çocuğuna bir mektup kaleme alırken asıl hedefinin, dünyadaki eşitsizliklerin farkına varmasını istediği insanlık olduğu çok açık.
Özgürlük, cinsiyet eşitsizliği, yaşam hakkı, kürtaj hakkı, kadına ve erkeğe toplum tarafından yüklenen roller, açık bir mektup, manifesto niteliğinde insanlığa sunulmuş.
Aşkın gelip geçiciliği, derinlikli bağların ancak sevgiyle inşa edilebileceği fikri de pek çoğumuzun yazarla ortak paydada buluşacağı hususlardan. "Kadınla erkek arasındaki aşk dedikleri, bir mevsim ve bu mevsim çiçeklenme döneminde nasıl yeşillikler şöleniyse, solma döneminde de bir yığın çürüyen yapraktan başka bir şey değil." (S.63)
Yazarın babası, İtalya'daki faşist rejimin yaşattığı zulümden etkilenlerden, yazarın kalemini bu denli sivriltmesinde ve haksızlıklara ilişkin empati geliştirmesinde bu durumun da payı olduğuna inanıyorum.
Kadim dostlarımız olan kitaplarla kalın.