Açlık grevinin sanırım 23-24. günleriydi, dışarıda bizlerden haber almak için bekleşen yakınlarımıza ‘mektup yazın, içeri vereceğiz’ demişler. Annecim kısacık bir mektup yazmıştı, kenarına da dikenli bir kaktüs çiçeği iliştirerek… Keşke o aramaların birisinde paramparça edilip yok edilmeseydi, buraya bir fotoğrafını koyabilseydim o mektubun… Annecim mektubunda kaktüs çiçeklerinden bahsediyor ve onların susuz çöllerde bile açtıklarını, dayanıklılıklarının ne kadar hayranlık verici olduğunu anlatıyordu, bize de ‘kaktüs çiçekleri gibi dayanıklı olmamız’ı, o koşullarda bile yaşama sımsıkı tutunmamızı dilediğini iletiyordu o kısacık mektubunda…
Herkesten, her şeyden kaçmak lazımdı aşka; dakikada bilmem kaç kilometre hızla.
Sonbahara da aşk yakışırdı zaten.
Gökyüzünde çalan tüm melodileri cebimize dolduralım.
Bir de Sezen lazım bize,
Neticede aşkı en güzel Sezen anlattı.
Kitap okuyun,
Âşık olun,
Sevin,
Doğayı, bazen bir çocuğu,
bazen bir çiçeği ama mutlaka sevin.
Yoksa şehrin karanlık yüzünün renklerini hiç göremezsiniz..
“Zaman hiç durmaz,” diye sürdürdü konuşmasını bahçıvan, “Tabiat hep hareket hâlindedir. Su buharlaşıp göğe çıkar, orada buluta tahavvül eder ve yağmur olup yağar toprağa. İnsanın fikriyatı da aynen böyledir. Tıpkı cıva gibi, bir an bile duramaz yerinde, bir hâlden ötekine geçer, değişir, başkalaşır. Seyfettin Bey gibi velut bir âlimin de ilelebet