Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Boşa emek harcamak, aylarca sahte çiçeği sulamak gibi. Solmaz belki ama büyümez de.
Belki de Sevgiliye hiç Ulaşmayacak bir Mektup ;(!)
UNUTMADIM Çenendeki çocukluktan kalma haylaz bıçak kesiğini, yokuş aşağı giderken uçabildiğini sanıp ellerini gökyüzüne açtığın bir bisiklet kazasından geriye kalan dizlerindeki yaralan, annenden hiç kopamamışsın gibi göbek deliğinde öylece bekleyen o kapkara beni unutmadım. Alnındaki çizgileri elinle yoklamanı, aynada kendini dalgın dalgın
Reklam
Doğayı, bazen bir çocuğu, bazen bir çiçeği ama mutlaka sevin. Yoksa şehrin karanlık yüzünün renklerini hiç göremezsiniz.
Ne var ki çiçek açabilen kaktüsler de olduğunu biliyorum artık, kimbilir belki bir gün onun çiçeği de açar.
Duydum ki mûcize bekliyormuşuz!..
~•~ Mûcize arayan insanın hayal âlemine dalmasına gerek yoktur. Kâinatın kendisi bir mûcize olduğu gibi, her an milyonlarca mûcizelere sahne olmaktadır. İşte dünyamız, Güneş'in etrafinda büyük bir hızla dönüyor, fakat uzaya fırlamıyor ve üzerindeki yolcuları olan insanları, hayvanları, bitkileri ve cansızları, hiç incitmeden binlerce yıldır taşıyor. Güneş, her sabah, bir başka güzellikle ve tam vaktinde doğu­yor. Kendisine verilen ısıtma ve aydınlatma vazifesini yerine getiriyor. Boşlukta asılı yıldızlar, dünyamızdan binlerce defa daha bü­yük o dev küreler, gök kubbede parlamaya devam ediyorlar. Her yerde, her an, bir başka harikâ sanat eseri ortaya çıkıyor. Bir minicik tohum atıyorsunuz toprağın bağrına, üstünü ör­tüp suluyorsunuz. Bir süre sonra bir de bakıyorsunuz ki, güzeller güzeli bir filiz olmuş. Derken büyüyor bu filiz; dal oluyor, yaprak oluyor, nihayet lâtif çiçekler açıp, tatlı meyveler veriyor. Bitkiler âleminin ağaçlarına, çiçeklerine, meyvelerinin renkle­rine ve şekillerine bakınız. Her biri ayrı güzellikleri nasıl temsil ediyor. O kaktüsün dikenleri arasındaki binbir çiçeği, kuru bir dikenin bile estetiği akıllara durgunluk vermez mi? Gökyüzü mavi olmasa, nasıl bir yorgunluğun esiri olurduk, hiç düşündünüz mü? Atmosferin ışıklara verdiği fon sanki bir müzik gibi, gök mavisi oluvermiş. Arzın toprağındaki renk, ye­şil bitki örtüsüne şahane bir ufuk dekoru değil midir? ~•~
Hangi yöne gitmekte olduğumu bile bilmiyordum. Manzara sonsuzluğa uzanıyor, kumlar sadece tek tük bir akasya ya da kaktüsle bölünüyordu. Millerce uzağı görebiliyordum. Aç, susuz ve yorgundum, yavaşlayarak yürümeye başladım. Yorgun ve şaşkın bir halde gezinirken yeni hayatımın beni nereye götüreceğini düşünüyordum. Daha sonra ne olacaktı?
Bilge Kültür Sanat/ pdf
Reklam
Kaktüslerin dikenlerin olması demek çeşit çeşit çiçek açamayacağı anlamına gelmiyor: Sadece senede Bir kez ve bir gün yaşayan o çiçeğe yapılan hazırlıklardan bahsediyorum. Sen içinde kocaman bir umutla yaşıyorsun senede bir kez değil istediğin her an çiçek açabilecek güce sahipsin! Yeter ki işte yeter ki kendinden vazgeçme? Kaktüs özeldir. Tıpkı senin gibi
Ancak yalnızca bir çiçeği kendime benzetirdim. Gelincik çiçeği... Gelincik çiçeği hüzün demekti. Bana göre gelinciğin diğer çiçekler gibi bir albenisi yoktu ya da güller gibi gösterişli değildi, papatyalar gibi güzel kokmuyordu, hatta belirgin bir kokusu bile yoktu. Karanfiller gibi birçok rengi olmazdı, gelincikler çoğu zaman kustuğum kanın rengindeydi. Yıldız çiçekleri gibi gösterişli ve kaktüsler gibi güçlü değildi, gelincik fazla hassas bir çiçekti. Kadife yapraklarına dokunduğunuz an yaprakları yere düşerdi, toprağından kopardığınızda saniyeler içinde solardı. Gelincik çiçeği hüzün demekti, gözyaşlarını akıtan bir hüzün. Hassastı ve kırılmaya müsait ince bir dalin üstünde saklıydı taç yaprakları. En küçük bir rüzgârda bükerdi boynunu, yas tutar ve matemi anlatırdı. Beni en iyi gelincik çiçeği anlatırdı çünkü çiçek dilinde gelincik, "Beni sevme, yarınım belli değil" demekti.
"Boşa emek harcamak, aylarca sahte çiçeği sulamak gibi."
Sayfa 135Kitabı okudu
"Kitap okuyun, Âşık olun, Sevin, Doğayı, bazen bir çocuğu, bazen bir çiçeği ama mutlaka sevin. Yoksa şehrin karanlık yüzünün renklerini hiç göremezsiniz."
Reklam
Boşa emek harcamak, aylarca sahte çiçeği sulamak gibi. Solmaz belki ama büyümez de.
Sayfa 135
Ancak yalnızca bir çiçeği kendime benzetirdim. Gelincik çiçeği... Gelincik çiçeği hüzün demekti. Bana göre gelinciğin diğer çiçekler gibi bir albenisi yoktu ya da güller gibi gösterişli değildi, papatyalar gibi güzel kokmuyordu, hatta belirgin bir kokusu bile yoktu. Karanfiller gibi birçok rengi olmazdı, gelincikler çoğu zaman kustuğum kanın rengindeydi. Yıldız çiçekleri gibi gösterişli ve kaktüsler gibi güçlü değildi, gelincik fazla hassas bir çiçekti. Kadife yapraklarına dokunduğunuz an yaprakları yere düşerdi, toprağından kopardığınızda saniyeler içinde solardı. Gelincik çiçeği hüzün demekti, gözyaşlarını akıtan bir hüzün. Hassastı ve kırılmaya müsait ince bir dalın üstünde saklıydı taç yaprakları. En küçük bir rüzgârda bükerdi boynunu, yas tutar ve matemi anlatırdı. Beni en iyi gelincik çiçeği anlatırdı çünkü çiçek dilinde gelincik, "Beni sevme, yarınım belli değil" demekti.
Öğlen olduğunda kızıl kumların ortasında, düşüncelerimin derinliğindeydim. Nereye gidiyorum ben böyle? diye düşündüm. Hangi yöne gitmekte olduğumu bile bilmiyordum. Manzara sonsuzluğa uzanıyor, kumlar sadece tek tük bir akasya ya da kaktüsle bölünüyordu. Millerce uzağı görebiliyordum. Aç, susuz ve yorgundum, yavaşlayarak yürümeye başladım. Yorgun ve şaşkın bir halde gezinirken yeni hayatımın beni nereye götüreceğini düşünüyordum. Daha sonra ne olacaktı?
Sayfa 11
Kaktüsün gövdesinin yöresinde dönen İsmail Ağa yorulu­yor, beni kurtarın, beni kurtarın, kurtarın, diye bağırıyor var se­siyle. Dünyanın bütün horozları ötüşerek uçuşuyorlar mosmor, çelik morunda, yanan dağla kale arasında. Yanan, yalım gibi hançerler de gelip başlarını uçurarak geçiyorlar. Kartallar yürü­yorlar kıpkırmızı, göğü kıpkırmızı, billur, kapatıyorlar. Mor dağ çiçeğe duruyor, kayalıklar binlerce turuncu çiçekle ağzına kadar döşeniyor. Baş döndürücü bir koku. Sonra kartallar kap­kara uçuyorlar, dünya zindana kesiyor, kapkaranlık.
105 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.