Ayaz'ın hikâyesi, gerçekte ümit meyvesinin yeşerdiğini ders veriyordu. “Her gün sen de bir fakirlik elbisesi geçir üstüne” demiști Şeyh, “ve içindeki dünyayı Hazreti İbrahim Aleyhisselâm'ın bıçağıyla kes.” Kölenin hakkı fakirlik libası içre olmaktı; işte sır
da -insanın neyi kaybettiğinin değil, neyi bulacağının sırrı- burada saklıydı. Ayaz'ın kıssası, insanın ancak köle olduktan sonra
erişebileceği yükseklikte bir dersti. Ah teslimiyet! Teslimiyetin köleliğidir ki ancak, ümit meyvesini yeşertir: Vahdetin tadı. Ama arayışçı vahdetin gölgesine daha erişmeden -uzun yolların yolcusu her kuş, Simurg'un huzuruna gelmeden- kalbin bütün ayrık otlarından temizlenmesi gerekir. Bu temizlik, Hazreti Şems-i
Tebrizî'nin, “Marifet nedir?" sorusuna verdiği cevapta karşılığını bulur:
“Kalbin Hakk ile hayatlanmasıdır,” der Hazret ve ekler: “Diriyi öldür -yani nefsini. Ölüyü dirilt -yani kalbini. Bulduğunu
yitir -yani dünyayı. Yitiğini bul -yani ahireti. Varı yok et -yani hevânı. Yoğu var et -yani niyetini. Mârifet kalptedir, delâlet dildedir. Ubudiyet tenden geçmekle yapılır: Eğer cehennemden kaçıyorsan, niyetine sadık kal; eğer Mevlânı arzu ediyorsan yüzünü
O'na döndür, çünkü O'nu hemen bulacaksın..."
Kalbi hasta olanın takvâ elbisesi giymesine izin verilmez.
Takvânın ağırlığını taşıyabilmesi için, kalbinin boş arzulardan ve şehvetten kesilmesi gerekir.
İbâdetten haz almayan kimse, kalbinin şehvet hastalığına yakalandığını bilsin!