“Kanın atalarımızdan geldiğini söyler durur babam küçüklüğümden beri. İnsan börek, ev, tarla falan satabilir ama kanını satmamalıdır. Kanını satacağına vücudunu sat daha iyi, vücudunu satmak kendini satmaktır sonuçta ama kanını satmak atalarını satmaktır. Xu Sanguan, atalarını sattın sen!”
Çin’de yaşanan Kültür Devrimi sırasında bağını koparmadan yaşamaya çalışan bir aile, bir adamın hikayesi bu kitap. İnsan ilişkileri, çevrenin (mahallenin) kişiler üzerindeki etkisi, toplumsal kurallar, gelenekler, içsel hesaplaşmalar anlatılıyor tüm hikaye boyunca. Ailenin yaşadığı her zorlukta bundan kurtulmak için neleri göze alabileceğinin hikayesi bu.
Kültür Devrimi’ni ise en güzel Xu Sanguan anlatıyor: “Aslında bir çeşit eskiyle hesaplaşma zamanı şimdi; eskiden seni kırmış biri varsa, onun hakkında büyük harflerle bir poster hazırlayıp sokağa yapıştırıyorsun hemen, cezasını çekmemiş bir toprak ağası diye de yazabilirsin, karşı devrimci diye de; ne yazsan oluyor. Bugünlerde ne mahkeme var ne polis; ortalık çeşit çeşit suçlamalardan geçilmiyor, bir tanesini gelişigüzel seçmen yeter. Büyük harflerle posterin üstüne yazıp duvara yapıştırıyorsun sonrasında elini kaldırmana bile gerek kalmıyor. Birileri senin suçladığın kişiyi ölümüne kadar kovalıyor.”
Yu Hua’nın dili çok sade ve etkileyici. Karakterlerin acısını bile zaman zaman mizahi bir dille aktarıyor ki her şey hafif bir gülümseme yaratıyor yüzümüzde. Ben keyifle okudum, size de tavsiyemdir