Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince, insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür yeis içinde kalırdım.
Geçmişin bütün acıları, hayal kırıklıkları, yumrukları yüreğinde toplu iğne başı kadar bir noktaya saplanmıştı sanki. Usanmıştı artık, yaşama asılmaktan, kendini savunmaktan, sille üstüne sille yemekten.
Uçsuz bucaksız yalnızlık çölündeki dev şölen ateşine varacak. O da katılacak kendinden geçmişcesine dans eden kalabalıkların arasına. Zehirlerinden boşanmış, esrik, zevkle lanetlenmiş. Ortak ateşlerinin, onları dört bir yandan kuşatmış geceyi ve kendi içlerindeki geceyi aydınlatmasi için umutsuzca dans edenler... Aynı ritimde, aynı çölde, aynı gecede. Uygun adım, el ele, omuz omuza bir yok oluşun diplerine doğru yürüyenler. Büyük sır orada, o kör noktada işte: yaşam iki göz kirpmasi arasında görülen bir düştür. Yalnızca bir düş.
"Çığlıklar, davullar, dans, dans, dans, dans!"