Bir kadının yüzündeki gülümseyişi unutmak, güneşin buruşması gibi bir şeydi. Yaz sıcağı gibi varlığını duyuran ama kendi görülmeyen bir güneş; bu güneşle yaşamak, bu güneşin kendisi yokmuş ama sıcağı varmış gibi yaşamak... Duvarlara vuran ürkek gölgelerine bakarak varlıklarına inanmak... Saklı kayıplar gibi aramızda ama görünmeden yaşamak zorunda bırakılmış kadınların yokluklarıyla yoksullaştırdığı bu dünya, bu ıssızlık canını acıtıyor, etine batıyor. Belki de bu yüzden etinin çürüdüğünü hissediyor, belki de bu yüzden gövdesini aşıp gitmek istiyor. Bu da bir gurbet. Gurbetin birçok çeşidi olduğunu unutmuştu...
...
Ama zaman geçer, kayıplar
arasında kabilesiz ve tapınaksız
zavallı bir kral yapar işte geçmişi de
ve geçmiş
tebaası, tapınağı, kralı
ile zaten kayıp
bir imkânsızlık ise:
işte biz öcümüzden artık
alçakgönüllülükle söz ederiz.
...