Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Okumamaratonum

Bu düzenli ve aşırı içmemin ilk sonucu olarak canlılığımı kaybettim. Yapay yollardan beynimi kamçılamaya, canlandırmaya öyle alışmıştım ki, yapay yollar dışında canlanmayı reddeder hale geldi beynim. İnsanlarla tanışmaya, onlarla görüşüp konuşmaya katlanabilmek için, alkol git gide zorunlu olmayan başladı. Ahbaplarımın yanına varıp, onlarla ahbaplık edebilmem için alkolün kamçılayıcı etkisini duymam, kurtçukların beynimde kımıldaması, beynimin içinden içinden ısınması, kahkahanın hançerimi gıdıklaması; üstüme bir yaramaz çocuk havası, dilime bir iğneyicilik gelmesi ve hiçbir şeyi umursamaz olmam gerekiyordu.
Reklam
Alkole karşı bu fiziksel nefreti hiç üstümden atamadım ama onu yendim. Bugüne kadar her içki içimde yenerim bu nefreti. Damağım isyan etmekten hiç vazgeçmez; insanın bedeni için neyin yararlı olduğu konusunda da damağa güvenilebilir. Ne var ki, insanlar içkiyi, alkolün bedende yaratacağı etki için içmezler. İçki de aranılan, onun beyin üzerinde yaratacağı etkidir; eğer bu etki kendini beden üzerinde gösterirse; o zaman yazık olur o bedene.
Yine de zaman geçiyordu; insanları hiç düşünmeden, dünyada gelip gidiyor, güzel şeyleri solduruyor; ve henüz adı bile konmamış yeni doğmuş bebekler de dahil olmak üzere hiç kimse onun elinden kurtulamıyordu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Nedeni bilinmeksizin, zaman günleri birbiri ardına yutarak, çok daha hızlı bir biçimde akıp gitmeye başlamıştı. İnsan şöyle bir çevresine bakana kadar akşam oluyor, güneş ufukta kayboluyor, derken öbür taraftan yeniden belirerek karla kaplı dünyayı aydınlatıyordu.
Giovanni aynı zamanda da, yaşamı boyunca kalenin duvarları arasında kalamayacağını fark ediyordu. Er geç bir karar alması gerekecekti. Derken kendini alışkanlıkların monoton ritmine kaptırıveriyor, böylece Drogo diğerlerini, vakitlice kaçıp gitmiş olan, şimdi zengin ya da ünlü olma yolundaki eski arkadaşlarını düşünmez oluyordu; kendisiyle aynı sürgünü yaşayan arkadaşlarına bakarak avunuyor, ama onların belki de en zayıf ve en fazla yenilgiye uğramış, örnek alınacak en son kişiler olacağını hiç aklına getirmiyordu.
Reklam
Ona “Dikkat et Giovanni Drogo!” diyecek hiç kimse yoktu. Gençliğinin solmaya başlamış olmasına rağmen inatçı bir yanılsama sonucu, yaşam bitmek bilmezmiş gibi görünüyordu gözüne. Ama Drogo, zamanın ne olduğundan habersizdi. Önünde tanrılar gibi, yüzlerce gençlik yılı olsa dahi, ona düşen pay hep küçücük olacaktı. Oysa, onun önünde, tersine, basit ve sıradan bir yaşam, cimrice verilmiş bir armağan gibi, yılları parmakla sayılabilecek ve insan tanıyana kadar eriyip gidecek küçücük insani bir gençlik vardı.
Önünde öyle çok zaman vardı ki. Yaşamdaki tüm güzel şeyler onu bekliyor gibiydi. Aceleye ne gerek vardı? Kadınları, o uzaktaki sevimli yaratıkları bile, yaşamın doğal akışının kendisine nasıl olsa bir gün sunacağı kesin bir mutluluk olarak görüyordu.
İnsan, böylelikle, umut dolu, kendi yolunda gider durur; günler uzun ve sakindir, güneş yukarıda gökyüzünde parlamakta ve akşam bastığında üzülerek yok olmaya yüz tutmaktadır. Ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasından bir kapının kapanarak dönüşünü olanaksız kıldığını fark eder. İşte o zaman bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırdına varırız, güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki, henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu olarak son bulacağını anlarız. Belirli bir zamanda, arkamızda, bir kapı kapanır ve bir şimşek hızıyla kilitlenir; geri dönecek zaman kalmamıştır.
O zamana değin, çocukken insana sonsuz gibi görünen bir yolda yılların yavaş yavaş ve hafiçe geçtiği, böylece hiç kimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varmadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin kaygısızlığıyla ilerlemişti. İnsan bu yolda, sakin sakin, çevresine merakla bakarak ilerlerdi. Aceleye gerçekten hiç gerek yoktu, ne arkanızda sizi sıkıştıran ne de tabii, bekleyen birileri bulunurdu. Arkadaşlarınız kaygısız, oynamak için sık sık durarak ilerlerdi. Evlerinin kapısından büyükler size dostça selam verir ve suç ortaklığı dolu gülüşlerle ufku gösterirlerdi; böylece yürek yiğitçe ve tatlı arzularla çarpmaya başlar ve insan kendisini az ötede bekleyen harikulade şeylerin umudunu tatar; gerçi o şeyler henüz uzaktadır ama bir gün onlara ulaşacağı kesin, tartışmasız bir biçimde kesindir. Daha çok yol var mıdır? Yoo, şu ilerideki nehri geçmek, şu yeşil tepeleri aşmak yeterlidir. Belki de varmışızdır bile. Şu ağaçlar, kırlar, şu beyaz ev belki de bizim aradığımız şeylerdir. Bir an, bunun doğru olduğuna inanıp orada durmak isteriz. Sonra, kulağımıza ileride daha iyisinin olduğu çalınır ve tasasız bir biçimde yeniden yola koyuluruz.
Demek ki annesi, bir daha hiç geri gelmemek üzere yitip gitmiş bir mutluluğu olduğu gibi koruyabileceğine, zamanın akışını durdurabileceğine, oğlu geri geldiğinde kapı ve camları açmakla her şeyin eskisi gibi olabileceğine inanıyordu.
Reklam
Ve yaşlılıkta, mutluluğun sözü edilen bu kaynakları kaçınılmaz olarak kurur, aşk bizi o zaman terk eder ve nükte, seyahat arzusu, atlardan hoşlanma, toplumsal münasebetlere eğilim, dostlar ve akrabalar da ölümle elimizden alınır. O vakit bir insan her zamankinden daha fazla, kendisinde sahip olduğu şeye bağımlı hale gelir, çünkü ona en uzun bağlı kalacak, onu terk etmeyecek olan budur; ve hayatın herhangi bir döneminde mutluluğun tek hakiki ve uzun ömürlü kaynağıdır.
Fakat yelpazenin diğer ucunda duran insan, ihtiyacın ani sancılarından kurtulur kurtulmaz, her ne pahasına olursa olsun eğlenmeye ve topluluğa karışmaya çabalar, karşılaştığı ilk kimseyle tanışmaya can atar ve bizatihi kendisi, en ziyade uzak durmaya çalıştığı şey haline gelir. Çünkü herkesin kendi yeterlilikleriyle karşı karşıya bırakıldığı yalnızlıkta, bir insanın kendinde sahip olduğu şey gün ışığına çıkar; allı pullu esvaplarının içerisinde budala sefil kişiliğinin yükü altında inim inim inler -ki bu asla üzerinden atamadığı bir yüktür- halbuki yetenekli insan canlandırıcı-şenlendirici düşünceleriyle tenha yerleri gözler.
Bir insanın olabileceği ya da başarabileceği en iyi ve en büyük şeyin kaynağı insanın kendisidir. Bu ne kadar böyleyse de-bir insan mutluluğun kaynaklarını ne kadar kendisini buluyorsa - o kadar fazla mutlu olacaktır. Dolayısıyla büyük bir hakikate Aristoteles " mutlu olmak kendi kendine yeter olmak demektir" der.
İnsanlar, meşgul olacak düşünceleri olmadığı için kağıtlarla uğraşırlar ve birbirlerinin paralarını kazanmaya çalışırlar. Günümüzde bunun yerine teknolojik araçlara olan tutsaklık almıştır.
276 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.