Okuduğum her klasik, klasiklere olan beğenimi bir parça genişletiyor. Bazıları çok fazla klasik okuduğumu düşünüyor; ancak klasik dediğimiz kitap topluluğu tek bir tür değil. Aşk, fantastik, macera, politik, tarihi... Birçok türü içinde barındıran bu topluluğa bir köşesinden dokunmanızı tavsiye ederim.
İki Şehrin Hikayesi, İngiltere ve Fransa ekseninde dönen, iki ülkenin dönem özelliklerini bize başarıyla yansıtan, 'giyotin'in acımasızlığını gün yüzüne vuran mükemmel bir roman. Bastille Hapishanesi'nde 18 yıl haksız yere tutulan Dr. Manette'nin mezarı haline gelen bu yerden çıkmasıyla başlıyor kitabımız. Eskiden yanında çalışan meyhaneci Defarge'ye teslim edilen doktor, burada bir süre kalıyor. Ancak tek kişilik hücrede geçirdiği 18 yıl doktorda kalıcı izler bırakmış. Hücredeyken verilen ayakkabı tezgahından ayrılamıyor, geçmişini unutmuş durumda. Onu geçmişe ve geleceğe bağlayansa kızı Lucie oluyor. Babasını alıp İngiltere'ye götürüyor ve huzurlu bir hayat sağlıyorlar birbirlerine.
Bu huzur Lucie ile evlenen Charles'ın Fransa'daki ihtilalin tam ortasında biri adına şahitlik etmek için Fransa'ya gitmesi üzerine bozuluyor. Soylu olduğu için hapse atılan Charles kurtulması imkansız bir döngüye giriyor.
Halk adına halk tarafından yapılan ihtilal soylu, yoksul fark etmeksizin insanları katlediyor. Giyotini çıkarıyor ortaya ve seyirlik sinema gibi ölüm izlettiriyor. Örgü ören kadınlar en ön sıralarda oturuyor, Madam Defarge ise komutanları.
Kitap hakkında anlatacak o kadar çok şey var ki... Ayrıntılarla bezeli şahane bir eser.