Fransız İhtilali, şüphesiz modern dünya tarihinin mihenk taşlarından biridir. Yeni Çağı kapatmış olmasından öte, bütün Yakın Çağı şekillendirerek, yalnızca Fransız halkı için değil, bütün dünya için, geride önemli dersler bırakmıştır.
Dickens, insanlık için böylesine çarpıcı bir olay olan bu ihtilali, 'İki Şehrin Hikayesi'nde, çeşitli ikilikler üzerinden, harika bir anlatımla, okuyucunun gözlerinin önüne sermiş.
Yazar, henüz ilk cümleden, roman boyunca çeşitli karşıtlık ve ikiliklerden yararlanacağını ve kıyaslamalar yapacağını şu meşhur sözlerle açık eder: "Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana...". Roman boyunca da; Sidney Carton ile Charles Darnay, İngilizler ile Fransızlar, İngiltere ile Fransa, Londra ile Paris, soylular ile halk, tıpkı bu açılış cümlesinde olduğu gibi karşı karşıya konumlandırılarak, bunların bir kontrast yaratması sağlanmış.
Romanın belki de en kıymetli yanıysa, devrimi kahramanlık hikayeleri ile yüceltmek yerine; devrim mahkemelerinin, uydurma bir hukuku arkasına alarak, bir avuç öfkeli avamın vicdanına kalıp giyotinle 'tıraş ettiği' onlarca masum başın yasını tutuyor olması, bana kalırsa.