Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

100 Soruda Çevre - Çevre Sorunları ve Çevre Politikası

Ruşen Keleş

100 Soruda Çevre - Çevre Sorunları ve Çevre Politikası Gönderileri

100 Soruda Çevre - Çevre Sorunları ve Çevre Politikası kitaplarını, 100 Soruda Çevre - Çevre Sorunları ve Çevre Politikası sözleri ve alıntılarını, 100 Soruda Çevre - Çevre Sorunları ve Çevre Politikası yazarlarını, 100 Soruda Çevre - Çevre Sorunları ve Çevre Politikası yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
" PİSLİK İTHALATI "
2007-2015 yılları arasında, Basel Sözleşmesi Sekreterliğine ulaşan ulusal raporların analiziyle hazırlanan tehlikeli atık ve diğer atık türlerinin üretimi ve sınır ötesine taşınmasına ilişkin küresel eğilimlerle ilgili raporda, bu yasağın uygulanmasında başarılı olunamadığı gözlemi yapılmıştır. Rapora göre, Türkiye 9 yıl içinde toplam olarak
Reklam
Ülkemizde çok önemli bir çevre sorunu olduğu bilinen tıbbi atıkların giderilmemesi konusunda, düzenli depolama tesislerine sahip illerin sayısının giderek artmakta olduğu söylenebilir. Ankara, Bursa, Izmir, Gaziantep, Denizli, Malatya ve Erzincan belediyelerinin düzenli depolama tesisleri bulunduğu vurgulanmalıdır. Kocaeli, Sakarya ve İstanbul anakent belediyeleri ise, tibbi atıkları yakarak yok etme yöntemini kullanan belediyelerdir. Atık pil ve akümülatörler, inşaat yıkıntı ve hafriyat atıkları (ki bunlar, betonarme, beton, siva, tuğla, briket, tahta, cam, metal parçaları, alçı kartonpiyer, kiremit, plastik, elektrik malzemeleri, boru ve asfalt gibi maddelerdir), tarımsal atıklar, atık yağlar, evsel atık sular ve endüstriyel atık sular başlıca kirletici elemanlardır. Evsel atık su arıtma tesisleriyle pis su (kanalizasyon) ağlarının yapımından ve işletilmesinden belediyelerin sorumlu olduğu bilinmektedir. Çevre Bakanlığı'nın bu tesisler üzerin de belli bir denetim yetkisi olmakla birlikte, uygulama bekle nen gibi değildir. 3200 kadar belediyeden 2300 kadarında pis su ağı ile hizmet verilmekte olmasına karşın, arıtma tesisle rinde işleme konu olan suların büyük çoğunluğunun deniz lere ve akarsulara boşaltıldığı bilinmektedir.
Hiç kuşkusuz, atıksu tesisi ile hizmet verilen nüfusun toplam nüfus içindeki oranının %10'dan %46'ya yükselmiş olması elbette önemlidir. Ama ne var ki, denize ya da akarsulara dökülen kirli suların içerdikleri bileşiklere ilişkin bilgiler yoktur. Ülkemizde çöplerini ve kirlettikleri suyu denizlere, göllere, akarsulara boşaltan sanayi kuruluşlarının sayısına ilişkin bilgilerden yoksunuz. Sanayide kullanı lan suyun dörtte üçüne yakını denizlere boşaltılmaktadır. Gediz ve Ergene nehirlerine atılan kirli sanayi sularının miktarı, yayımlanan ve açıklanan rakamlar içinde yer almamaktadır Ülkede yaşanan çevre sorunlarının neler olduğu ve çözüm yollarına ilişkin olarak 2008 yılında yapılmış olan bir TBMM Meclis Araştırma Komisyonu çalışmasına göre, Türkiye'de kişi başına üretilen günlük evsel atık miktarı 1.06 kilodur. Toplanan katı atıkların yaklaşık %29'u düzenli depolama alanlarında, %45'i düzensiz depolama alanlarında (belediye çöplüklerinde), %15'i anakent belediyelerinin düzensiz depo lama alanlarında, %3'ü öteki belediyelerin düzensiz depola ma alanlarında, %1'i kompost tesislerinde ve %7'si de baş ka yöntemlerle giderilmektedir. Başka yöntemlerle kastedilen, gömme, akarsulara ve göllere dökme, açık alanlarda yakma gibi yöntemlerdir. Ne var ki, ülkede toplam atıklar içinde organik madde oranının yüksek olması, kışın kül yüzdesinin artması, çöpün kalori değerinin düşük olması, yatırım ve işletme giderlerinin yüksekliği gibi nedenlerle, katı atıkların yakılması uygun bir katı atık giderme yöntemi olarak kullanılmamaktadır.
TÜRKİYE ULUSAL ÇEVRE STRATEJİSİ VE EYLEM PLANI / HAVA KİRLİLİK RAPORU
¶ Yüksek kükürtlü kömürün evlerde kullanımı üzerindeki yasak genel olarak siyasal nedenler yüzünden etkili biçimde uygulanamamaktadır. Yoksul haneler kömürden doğal gaza dönüşüm masraflarını karşılayamamaktadırlar. ¶ Geçmişte sanayi (de) ve ısıtma amacıyla yakıt kullanımında alınan önlemler kentsel hava kalitesini iyileştir mişken, motorlu taşıt
Erozyon, Toprak Kaybı ve Ormansızlaşma
Bu alanda karşılaşılan sorunlar, Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı'nda şöyle özetlenmektedir: a) Orman köylerinde yaygın olan tarım ve yakacak odun kesme ve toplama uygulamaları sağlıksızdır. b) Ağaç kesimi, kesilen ağaçların depolanmak üzere taşınması ve dikimlerle birlikte yol, köprü ve diğer tesislere yapılan yatırımlar erozyona, yangına, haşere ve mantar istilasına, kar ve rüzgar zararlarının artmasına yol açmıştır. c) Kadastro çalışmaları anların ancak %72'sini kapsamaktadır ve geri kalan alanlardaa iyelik hakları belirsizdir. d) Yasalardaki sık değişiklikler ve politikalardaki düzensizlikler orman yönetimini güçleştirmektedir. e) Ağaçlandırma genellikle monokültür yaklaşımına dayandırılmakta ve bu da ormanların esnekliğini ve tür çeşitliliğini olumsuz yönde etkilemektedir. f) Her yıl 11 bin ile 15 bin hektar ormanlık alanın yok olup gitmesine yol açan 1500-2000 orman yangını genel olarak orman içinde ve kenarında yaşayanların etkinlikleri yüzünden çıkmaktadır. Bu yangınların (%28'i kasıtlı olarak çıkarılmakta, %24'ü dik katsizlikten meydana gelmektedir. Bütün bunlar bir gerçek olmakla birlikte, orman varlığının tehlikeye sokulmasına ve azalmasına asıl neden olan etmenin, Anayasa'nın 169. maddesine dayanılarak, TBMM'nin, en az 30 yıldan bu yana, orman niteliğini yitirdiği gerekçesiyle, yetkili organlarca belirlenen yerlerde yapılaşmaya olanak sağlayan yasal düzenlemeleridir. Son olarak 2012 yılında çıkarılmış olan 2B Yasası bu gözlemin en yeni örneklerinden biridir.
Reklam
Erozyon gerçekte Türkiye için yeni bir olgu da değil Milattan önce ülkemiz topraklarının %72'si ormanlarla kaplı olduğu halde, bu oran günümüzde yalnız %26'dır. İki bin yıl önce birer liman kenti olan Bafra, Köyceğiz, Silifke ve Tarsus gibi kentler bugün artık denizden kilometrelerce uzakta bulunuyorlar. Ormansızlaşma erozyondan daha az önemli sonuçlar doğuran bir çevre sorunumuz değildir. Ormanlık alanlar Türkiye'nin yüzölçümünün %26 kadarını kapsamakta olmasına karşın, türlü nedenlerle iyi korunabildiklerini söylemeğe olanak yoktur. Etkili ağaçlandırma çalışmalarına karşın, hızlı, plansız ve düzensiz kentleşme, çevre bilincinin düzeyinde ki düşüklüğün etkisiyle de, %90'dan çoğu devlet elinde bulunan ormanlık alanların korunmasını sağlamaya yetmemektedir.
Türkiye'de yılda en verimli topraklar dan 400-500 milyon ton kadarının erozyon sonucunda denizlere ve göllere taşındığı bilinmektedir. Her yıl Kızılırmak nehrinin Karadeniz'e ve Boğazlara taşıdığı toprağın 65 milyon ton olduğu hesaplanmıştır. Fırat nehrinin taşıdığı topra ğın miktarı ise yılda 108 milyon tondur. Topraklarımızın erozyon tehlikesine açık bulunan oranı %90'a yakındır (%86) . Bu alan toplam olarak 67 milyon hektar büyüklüğündedir. %90 oranındaki erozyon tehlikesiyle karşı karşıya olan topraklar içinde, %63'ü ciddi biçimde erozyondan etkilenen alanları, %20'si kısmen etkilenen alanları, geriye kalan %7 ise hafif biçimde erozyondan etkilenen alanları oluşturmaktadır. Erozyon, toprağın verimliliğini ciddi biçimde etkilemektedir.
Uygulanan ya da uygulanması gerektiği halde uygulanmayan kentleşme politikaları sonucunda, çevre değerlerimiz hızla yitip gitmektedir. Ne planlı kalkınma dönemi öncesin de (1960 öncesi), ne de sözde planlı kalkınma döneminde (1960-1980 arası), Türkiye bilinçli ve tutarlı bir kentleşme politikasına sahip olamadı. Köylerden kentlere göçün hızı, biçimi ve coğrafi dağılımı, pazar güçlerinin etkilerine tümüyle terk edildi. Bunun sonucu, kuşkusuz, bugünkü çarpık, düzensiz ve sağlıksız kent ve kentleşme yapısıdır. Büyük kentlerimizdeki yapıların %65'inin kaçak yapılardan oluşuyor olması bu durumun en çarpıcı örneklerindendir. Öte yandan, siyasal iktidarlar sağlıklı bir kentleşme ve çevre koşulları açısından yaşamsal önem taşıyan arsa vurgunculuğuna (spekülasyonuna) karşı gereken duyarlılığı gösteremediler. Bu yönden, Anayasa'nın 35. maddesindeki, iyelik hakkının toplum yararına aykırı olarak kullanılamayacağı kuralına uyulmadı. İyelik hakkının mutlak değil, toplum yararı ile sınırlı bir hak olduğu gerçeği gözardı edildi. Kamu malının da en az özel iyelikteki taşınmaz mallar kadar korun maya hakkı olduğu gerçeği unutuldu. Bunun en çarpıcı örneği de gecekondudur. Bunlarla yakından ilgili bir konu da, Anayasa'nın 44. ve 45. maddelerinde yer alan kurallardır. Çiftçinin topraklandı nılması gibi toplumsal bir amaçla dahi, "ormanların küçül mesi ve diğer toprak ve yer altı servetlerinin azalması" her hangi bir biçimde savunulamaz. Devlet, tarım arazilerinin, çayır ve meraların amaç dışı kullanımını ve tahribini önle mek yükümlülüğü altında bulunduğu halde, bu kurallar kağıt üzerinde bırakılabilmiştir.
Soru 60. Tek Tanrılı Dinlerin çevreye yaklaşımı nasıldır?
Lynn White, "Hıristiyanların bütün dinler arasında en çok insanmerkezli" din olduğunu ve doğayı sömürmeyi Tanrı buyruğu olarak algıladığını" öne sürmüştür.
Reklam
Soru 60. Tek Tanrılı Dinlerin çevreye yaklaşımı nasıldır?
Yunus Emre'nin "Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu, çıkmış İslam bülbülleri, öter Allah deyu deyu"; ve büyük ozan Aşık Veysel'in, "Dost dost diye diye nicesine sarıldım, benim sadık yarim kara toprak tır. Beyhude dolandım boşa yoruldum, benim sadık yarim kara topraktır. Koyun verdi, kuzu verdi süt verdi, yemek verdi ekmek verdi et verdi, kazma ile dövmeyince kıt verdi, benim sadık yarim kara topraktır" dizelerine çevre saygısı şairane bir biçimde yansıtılmıştır.
Soru 60. Tek Tanrılı Dinlerin çevreye yaklaşımı nasıldır?
Örneğin, Müslümanlığın kutsal kitabı olan Kur'an'da, evrenle ilgili ayetlerin amaçları belirtilirken, özellikle şu noktalara vurgu yapıldığı dikkat çekmektedir: Doğal varlıklara, doğa olaylarına ve evrenin yapısına ilişkin aydınlatıcı bilgiler vermek, doğanın korunması gerektiğini öğretmek. Bunun dışında, Kur'an'da yer alan ayetlerden birçoğunda da, doğaya karşı davranışlara yön vermesi beklenen değerler yer almıştır. Örneğin: "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Allah'ın verdiği rızklardan yiyin; sonunda, dönüş onadır". (Mülk 15). "Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı sizin istifadenize vermiştir" (Nahl 13). Yeryüzünde rengarenk şeyleri de sizin için yaratmıştır" (Nahl 13), Müslümanlığın kutsal kitabında, Allah'ın, insandan, doğal çevresini korumasını, evrenin doğal ve ekolojik değer lerinin bozulmasını önlemesini istemekte olduğu; aksi takdirde, bundan doğrudan doğruya insanın kendisinin zarar göreceği vurgulanmaktadır. Bu konularda, Kur'an'da ya doğrudan bir buyruk yer almakta, ya da çevreyi bozmaya yönelik davranışlar yasaklanmaktadır. Doğal denge kavramı Kur'an'da açık bir biçimde yer almıştır: "O göğü yükseltmiştir. Dengeyi koymuştur. Artık dengeye tecavüz etmeyin Dengeyi doğru tutun. Dengeyi bozmayın" (Rahman 7-9) Peygamberin eylemli olarak yapmış oldukları ve sözleri de, bu konuda Kur'an'da yer alan kuralları bütünleyici niteliktedir. Bunlar arasında, ormanların korunmasından, sit alanlarının belirlenmesine, bitki ve hayvan türlerinin korunmasına varıncaya kadar pek çok kural dikkat çekmektedir.
52 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.