Eski Anadolu'yu, köyün güzelliğini, Türk insanının şehirleşme, sinema-film sektörüne girme hikayesini, çağımızın bağımlılıklarını, kapitalizmi ve aslında rahatlık kazanmak uğruna özümüzü kaybettiğimizi anlatıyor bu kitap. Cebimize koyduğumuz parayı gönlümüzden ödemişiz sanki, zenginleştikce eksilmişiz geliştikçe gerilemişiz. Yaşantımız rahatlaşıyor derken ruhumuzu hapsetmişiz.
Yazarın beğenmediğim ve katılmadığım düşünceleri de var bunlardan başlıcası kitapta geçen "Bizi bir arada tutan milliyetçilik değil Islam'dır." düşüncesi. Bu düşünceye katılmıyorum çünkü evet biz Türkiye'de Türk, Kürt, Çerkez hepimiz beraber yaşıyoruz ama ülkemizde İslam dinine inanmayan Türk'ler Kürt'ler Çerkezler'de var. Dolayısıyla İslam aslında hepimizin ortak noktası değil. Ben Türkiye'nin milliyetçilik sayesinde ayakta kaldığını düşünüyorum. Milliyetçilik ne kadar ortak bir nokta tartışılır fakat sadece Türkiye değil tarihimiz boyunca asırlardır bu düşünceyle ayakta, beraber . Bu yüzden bence bizi bir arada tutan din değil düşüncedir, milliyetçiliktir.
Bunun dışında buram buram Anadolu kokan bir hikaye, anlatımı güzel, olayın içine girebiliyorsunuz. "Keşke eski zamanlarda yaşasaymışım." Dediğiniz de oluyor "Eskiden hayat ne zormuş." dediğiniz de. Sosyal medya ve televizyon üzerine düşünmenizi sağlıyor ve az da olsa eski sinemacılık- televizyonculuk hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz.
Anadolu'nun bağrına bastığı bir Türk genci olarak okumaktan zevk almadım desem yalan olur. Muzo ve Erol'un karakterleri ve sohbetleri de zaten hikayeye ayrı bir hava katmış. Güzel Anadolumun güzel insanları işte...