Bitirdiğimde benim de yüzümde arada kalan bir tebessüm belirdi. Kurgusuyla, içerdiği fikirlerle, kişileri ve değindiği tarihsel dokuyla hiçbir satırı atlanmadan okunması gereken bir roman bu. Ayrıca kıymetli yazarımız Sevinç Çokum’un da kendi kaleminden şiirlerinin bölüm başlarında yer alması farklı bir güzellik katmış esere.
Romanın baş kahramanı Feda, arada kalmışlığımızı, yalnızlıklarımızı, yoksunluklarımızı ve küskünlüklerimizi kendi yaşanmışlıklarıyla yüzümüze vuruyor. Feda’nın annesi, babasını tercih ederek aileden dışlanıyor. Feda da elbette ki bu dışlanmadan nasibini alıyor. Fakat kendisi de fizik, matematik, iktisat gibi somut bir işle uğraşmak yerine abukist bir ressam olarak babasının eleştiri oklarını üzerine çekiyor. Elbette abukizm felsefesini eşe dosta, dünyaya anlatmak gibi bir misyon da yükleniyor. Feda’nın ağzından biz de Sevinç Çokum’un ortaya koymuş olduğu abukizmi öğreniyoruz:”Abukizm birçok şekilde tanımlanabilir. Olmazların oluru diyebiliriz söz gelimi. Çelişkiler yumağı... Böyle de tarif edilebilir. Oynadığımız rollerin hangilerinin doğru ve doğal olduğunu arayan ve soran düşüncedir abukizm.” “Bize kendimiz olmaya fırsat ve imkan vermeyen her türlü ideolojinin ve yaşama tarzının reddi. Öldürerek, aldatarak adaletsizce sahip olunan bir dünyanın reddi.”
Feda’nın sosyolog dayısı Duran Usveren, soyadıyla müsemma ancak mesleğine ters bir kahraman. Araştırmaları, yüzlerce uzman tanıyışı, binlerce kitap devirişi toplumun üstünde olmasını sağlayamıyor. Toplumun dayattığı zengin-fakir çatışması ve içinde yer aldığı üst(!) sınıfı terk edemiyor.
Romanda yoksul-zengin, saçma-akla uygun, aşk-nefret, pozitif bilimler-sanatlar çatışmasını diyaloglar, olaylar, mekanlar üzerinden ortaya koyuyor yazar.
Yakup Kadri’nin “Ankara” romanıyla Kurtuluş Savaşı ve sonrasının, mitingin ortasına sürüklenen Birol Morca kahramanıyla 1 Mayıs 1977’nin, çeşitli etkileriyle ve romanın esas vurucu darbesini ortaya koyan çekirdek olayıyla 17 Ağustos 1999 depreminin, Ecevit’e fırlatılan anayasanın ve yazarkasanın, 1960 darbesi ve diğer darbeler, Kore Savaşı, Kıbrıs Çıkartması gibi birçok tarihi sarsıntıların romanın çeşitli yerlerine serpiştirildiğini görüyoruz.
Yaylı Sazlar Dörtlüsü Gülheves, Ilgın, Feda ve Güney çocukluktaki arkadaşlıkları, heves ve sevdalarıyla ayrıntılı şekilde anlatılıyor.
Roman tarihi ve toplumsal gerçekliğin üzerine kurulu geniş bir yelpaze sunuyor bize. Yazarın bu sunuşta tamamen tarafsız ve hümanist bakış açısı da saygıya değer bir tutum. Mesela sağcı Avukat Meriç ve solcu Seyhan Amca yaşadıkları acıların ortaklığıyla anlatılıyor.
Feda’nın ve çevresindeki insanların aşka ve gönül ilişkilerine bakışı, yaşadıkları da geçiştirilmeden çeşitli ayrıntılarla veriliyor.
Ekonomi, sosyoloji, resim, müzik gibi alanlarla ilgili sanatçılar ve eserler de romanda dikkat çeken bir başka unsur.
Hakim anlatıcının olduğu eserde parantez içinde de Feda’nın ağzından kahraman anlatıcı devreye giriyor. Öte yandan Gülheves’in Feda’ya mektubu da anlatımın içine yedirilerek verilmiş.
”Ne içindi o darbeler? Çizgilerin dışına çıkanlara bunun bedelini ödetmek için... Ama hiçbir zaman açları doyurmak, işsizlere iş bulmak, dünyaya temiz göğünü, kırlarını, tepelerini, sevgilerini, çiçeklerini, hayvanlarını, sularını geri verebilmek için değil! Her tarafta böyle oldu inan! Ekmek çalan çocuklar, kibritçi kızlar eksilmediler dünyamızdan.”(167)
”Ben diyorum ki, iyi bir Müslüman’la iyi bir laik, iyi bir Hristiyan veya iyi bir ateist aynı insanlardır. Önemli olan insana has değerlere ne kadar bağlı kaldığımız.”(180)
”Suyun bir taşa çarpması gibidir başlangıç...”(şiirin ilk dizesi,147)