Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi

Safâ Mürsel

Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi Gönderileri

Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi kitaplarını, Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi sözleri ve alıntılarını, Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi yazarlarını, Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bediüzzaman'ın dinamik hukuk anlayışını aksettiren diğer bir görüşünü de, 1908 yılının Aralık ayında, Tanin başyazarı Hüseyin Câhid'in, «lâiklik» Isteyen yazısına karşı verdiği cevapta buluyoruz. Sözkonusu cevapta, hukukla ilgili olarak şöyle denmektedir : «Bana öyle geliyor ki, sizlerin hatâsı bilhassa şu noktadan istikametleniyor. Ve çıkış
Ona-Bediüzzaman’a- göre, İlâhî irâde nazariyesi içinde, hak mefhumu en mümtaz yerini almakta ve teminata bağlanmış bulunmaktadır. Şu ifâdeler bunun açık delilidir: «Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak, haktır; küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilemez» (1). Bu ifâdeler hak mefhumuna, ilahiyatçı bir hukuk anlayışı içinde mâna vermektedir. Buna göre hak, mutlak mânada himâye altına alınmış bulunmakta ve kendine has bir orijinallik arzetmektedir çünkü, umumiyetle Batılı mânadaki ilâhiyatçı hukuk uygulamalarında insan hakları dâima, monarșik idarelerin keyfî, istibdadından kurtulamamıştır. Halbuki Bediüzzaman, hak mefhumunun gerçek teminatını İslâm'ın İlâhiyatçı hukuku açısından yaptığı izahta bulmuş ve göstermiştir. Zira, Batı hukukları cemaatin selâmeti için ferdin hukukunu ihmal edebilen bir ölçüyü zulme yol açabilecek bir anlayış içinde benimsemiştir. Ferdî haklar asırlar boyunca tahdit ve tehdit altında tutulmuştur. Halbuki İslâm hukuku ise, adalet-i mahza mülahazasiyle bir ferdin hukukunu bütün Insanlara feda etmeye müsait değildir. Bu ölçü, İslâm'da insan haklarının ne derece korunduğunu gösteren değer hükmü olmaktadır. Batıda ancak XVIII. asırda görülmeye başlayan cezaların şahsîliği yolundaki gelişmeler, bu noktada İslâm'ı on asır geriden tâkip etmek durumunda kalmıştır (1) Mektûbat, 50.
Sayfa 501Kitabı okudu
Reklam
Söz ,vicdana tesir eden bir mâna taşımalıdır.
Bediüzzaman, kelimelerin taşıdığı mânanın nasıl olması gerektiğini özetle şöyle açıklamaktadır : Bir sözdeki ifâdeler, mânayı kulağa boşalttığı gibi, aynı sözün mânası zihne nüfuz ederek vicdanda da tesir meydana getirmelidir. Böylece mâna, fikir çiçeklerini sulamalıdır. Yani her söz bir mâna ifâde etmeli ve fikir unsuru taşımalıdır. Bu görüş, dimağa gelen bir fikirden insanın istifade etmesini isteyen bir anlayışın mahsulüdür. Bunun içindir ki, bir söz, vicdana tesir eden bir mâna taşımalıdır. Zira, neticede feyizli fikirler ortaya çıkacaktır. Bunun için Bediüzzaman'ın ifâdesiyle, «her gelen sözün kalbe girmesine yol verme»melidir. « Mihenge vurmalı» (7), yâni mụhakemeye tâbi tutmalıdır. Kabul veya red iradesi bu takdirde belirlenmelidir. (7) Münazarat, 9.
Sayfa 385Kitabı okudu
«Evet beşer, hakikata muhtaç olduğu gibi bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, bește birisi olmalı. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur. Hem beşerin tembelliğine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verip beşere büyük bir ni'met iken, büyük bir nikmet (ceza) olur. Beşere lâzım olan sa'ye (çalışmaya) şevki kırar» (10). (10) Emirdağ Lâhikası, c. 2, 66 - 67.
Sayfa 377Kitabı okudu
" Nasarayı (hıristiyanları) ve emsalini dalalete atan yalnız aklı azl (red) ve bürhan'ı (delili) tard ve Ruhban ı taklit etmeleridir... İslamiyeti daima tecelli ve fikirlerin gelişmesi nispetinde inkişaf edilen şey, onun hakikat Üzerine teesüs etmesi, delile dayanması, akıl ile anlaşması, hakikat üzerinde bulunması ve ezelden ebede kadar birbirine bağlı olan Hikmet'in dusturlarına uygun bulunmasıdır."
" güçlü bir fikir adamın da, değişik zamanlarda söylenen fikirlerin biribirini yalanladığı, birbirine ters düştüğü veya redde uğradığı görülmez."
Reklam
" büyük alimleri ve kurdukları mektepleri hürmetle yad ettiren şey, yaşadıkları zamana, iman ve ilimleri ile hükmetmiş olmaları ve ileri çağlara aydınlatıcı birer rehberlik yapmış olmaları değil midir?"
" İslam'ın maneviyat iklimi insanın Yaradılış vasıflarına uygun âlemşümul bir atmosfere sahiptir."
Normal şartlar içinde bulunan insanın, beslenme hususunda nasıl davranması gerektiği, İslamiyette izahını bulmuş bir meseledir Bu noktada denilebilir ki, beslenme meselesinde, haz ve tad almaktan ziyade vücudun muhtaç olduğu gıda ve vitaminlerin alınması esastır.
Hele faiz ile daha da
Bu devirde, suistimalât o dereceye vardı ki, bir sermayedar kendi yerinde oturup, bankalar vasıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde, bir biçare amele sabahtan akşama kadar taht-el arz(yer altı) madenlerinde çalışıp kût-ü lâyemut (ölmeyecek) derecesinde on kuruşluk bir ücret kazanıyor. -mektubat-
Reklam
çok doğru
Bu asırda, enaniyetin bu derece ileri gitmesi, çok insanları birer küçük fir'avun ve birer küçük Nemrud hükmüne getirmiştir. -mektubat-
22 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.