Hafta sonu, o eski hafta sonlarını hatırlayalım mı biraz? Güneşli, ılık bir havada ailecek pikniğe gidilen hafta sonlarını getirelim hadi aklımıza. Yiyip içip oynadığımız, eğlencenin tadına tadına vardığımız o güzel piknikleri, o güzel mutlu aile tablolarını... Bir yandan da ana haber bültenlerine çıkan, zorbalığa, şiddete uğraya uğraya, hayatın o kötü tokatlarını yiye yiye hiç çocuk olmamış çocukları hatırlayalım, hiç istemesek de. Işte burda o haberlere çıkınca kanal değiştirdiğimiz, o yok saymak istediğimiz, görmezden geldiğimiz (başka türlüsü gelmiyor çünkü elimizden) o çocuklar ve o kötü aile tablosu anlatılıyor. Ihmal, zorbalık, suistimal hatta, hayvani bir hayat, 3 erkek kardeşin şiddetle harmanlanan hayatı anlatılan. Her mutsuz çocuğun arkasında mutlaka kötü bir aile vardır ya burda da var eksik olasıcalar. Anne ve baba ama en garibinden, en kötüsünden. O çocukların perişanlığı, açlığı, vahşiliği beni üzdü. Çarpıcı, üzücü ve cok zor bir roman. Tüm bu vahşiliğin, zorbalığın, renk ayrımın yanında tüm bunlar yetmezmiş gibi kardeşlerden en küçüğünün çok farklı hissetmesi, vahşi bir hayvan olma yarışında diğerlerinin arkasında kalması, kendini tanımaya çalışması, eşcinselliğini kabul ve yaşama konusu çıkıyor. Zor bir romandı derken ciddiyim. Bir başlangıcı vardı ki bayıldım. Geri kalan her şey kör karanlıktı. Ne çok zor, ne çok kötü yaşamalar var okumak isteyenlere tavsiyedir. Kemerlerinizi bağlayın, gönlünüzü hazırlayın da öyle başlayın derim.