Okulda, derslerde, kurslarda her zaman, her yerde dinlediğimiz, bildiğimiz hadiseler. Dersi geçebilmek için ezberlediğimiz hocaya verdikten sonra sıramıza gidine kadar unuttuğumuz aslında çok önemli ama bizim hakettiği değeri vermediğimiz ayetler ve hadisler. Siyer dersinde yarı uyku halinde olduğumuz, hocanın "dinleyen yok ama genede anlatayım" dediği olaylar... Üç günüm sanki farklı bir âlemde geçti. Biz Peygamberimizi hep hocalardan, anne, babamızdan dinledik. Kaşını gözünü hep bir şekilde kafamızda canlandırdık. Ama hiç Hz. Hatice'den dinlemedik. Ben bu üç gün boyunca peygamberimi bir kere de onun gözünden izledim. O kavurucu sıcağın ardından yağmurun altında Hz. Hatice'nin dizinin dibinde oturarak bekledim peygamberimi, Hira dağına cikarlarken arkalarından bende çıktım, ilk vahiy gelip Hz. Hatice peygamberimin üzerini örterken bende oradaydım. Hz. Hatice'nin, Allah Rasulune olan aşkını o kadar güzel anlatmış ki Sibel Eraslan bir süre Muhammed diyemedim. Elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırdım. Bizim hep"Hz. Muhammed'in ilk eşi Hz. Hatice'dir. Bu evlilikten altı tane çocuk dünyaya gelmiştir." diye iki cümlede anlattığımız olayın aslında sadece bundan ibaret olmadığını, bir ömür olduğunu anlatmış Sibel Eraslan. Hatice'nin altı harfden ibaret bir isim olmadığını; sevgi, saygı, şükür, inanç timsali olduğunu anlatmış. Peygamberimi onun anlatışından dinledikten sonra her Muhammed diyişimde içim cız ediyor artık.
Çok şükür ki yıllar önce 'kardeşlerimi özledim' diyerek bizi kasteden bir peygamberin ümmetiyiz.