Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Dîvân Hakkında

Dîvân konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.
0/10
0 Kişi
3
Okunma
Beğeni
326
Görüntülenme

Hakkında

Bu çalışmanın konusu 18.yüzyıl şairlerinden Arpaemînizâde Sâmî’nin hayatı, sanatı, eserleri ve Dîvân’ının tenkitli metninden oluşmaktadır. Edebiyatımızda en aza indiği belirtilen bir dönemde İran edebiyatı etkisinde kalarak şiirler yazmış olan Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî, klasik Türk edebiyatında etkileri 17. yüzyılda görülmeye başlayan “Sebk-i Hindî”nin temsilcilerindendir. Nedîm tarzı şiire rağbet etmemiştir.Dîvân’ında İran şairlerinden Örfî-i Şîrâzî, Şevket-i Buhârî ve Sâ’ib-i Tebrîzî; Türk şairlerinden Nef’î, Nâ’ilî-i Kadîm ve Nâbî etkisiyle yazdığı şiirler yer almaktadır. Sâmî Dîvânı H.1253/M.18372te Mısır’da basılmıştır.Sanatçının kendi kaleminden çıkma bir nüshası mevcuttur. Tenkitli metin bu nüshalardan altısının karşılaştırılmasıyla hazırlanmıştır. 18.yüzyıl klasik Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî’nin Dîvân’ı bu çalışmayla araştırmacıların istifadesine sunulmuştur.
Tahmini Okuma Süresi: 12 sa. 28 dk.Sayfa Sayısı: 440Basım Tarihi: Ekim 2004Yayınevi: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
ISBN: 9789752704638Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Yazar Hakkında

Arpaeminizâde Sami
Arpaeminizâde SamiYazar · 2 kitap
On sekizinci asır Osmanlı şair ve hattatı. Asıl adı, Mustafa’dır. Arpaemini (Ticaret Bakanı) Osman Efendinin oğlu olduğundan Arpaeminizade diye şöhret buldu. İstanbul’da doğmuş olup, doğum tarihi belli değildir. Tahsil hayatından sonra haceganlık mesleğine girdi. Sıra ile Arpaeminliği katipliği, evkaf muhasebeciliği ve şehreminliği vazifelerinde bulundu. 1725’de piyade mükabelecisi, 1730’da ise İsmail Asım Efendinin halefi olarak Sultan Birinci Mahmud zamanında vak’anüvis tayin edildi ve bu vazifedeyken 1733 senesinde İstanbul’da öldü. Yeni Ali Paşa Camii bahçesindeki mezarlığa defnedildi. Arpaeminizade Sami, hattatlığından çok şairliği ile tanındı. Duygulu bir şair olan Sami’nin dili ağırdır. Anlatımında ilk bakışta bir kapalılık görülür. Renkli bir anlatıma sahib olan şiirlerinde söylemek isteneni anlamak için biraz düşünmek lazımdır. Sanat yapmayı ön plana aldığından, manaya ait san’atlara çokça yer vermiştir. Şiirlerinde daha çok tasavvufi aşk ve hikmet konularını işlemiştir. Şiirlerinde Baki, Naili, Fehim, Vecdi ve Nabi’nin te’siri görülür. Bu divan şairlerinin te’sirini kendi şiir anlayışı içinde eritmiştir. Encümen-i şuaranın içinde yeralan, Leskofçalı Galip, Yenişehirli Avni ve Namık Kemal’e te’sir etmiştir. Bir bakıma Naili ile Galib arasında bir köprü sayılmaktadır. Eserleri şunlardır: 1. Dîvân-ı Sâmî: Yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerde tespit edilen 33 yazma nüshası bulunan Sâmî Dîvânı, (1253/1837) tarihinde Mısır'da Bulak Matbaasında basılmıştır. Nüshaların tasnifi ve altı nüshanın karşılaştırmasıyla hazırlanan Dîvân metninde (Kutlar 2004) 2’si Farsça 35 kaside (6’sı tarih), 41 kıt'a-i kebire (hepsi tarih), 1 murabba, 6 şarkı, 2 müseddes (1’i tarih), 2 terkib-i bend, 6 mesnevî, 5’i Farsça 149 gazel, 1’i Farsça 16 rubaî (1’i tarih), 12 kıt'a (2’si tarih), 9 nazm, 6’sı Farsça 128 matla, 5’i Farsça 13 müfred (3’ü tarih) yer almaktadır. 2. Târîh-i Sâmî ve Şâkir ve Subhî: Sâmî’nin vakanüvis olduğu (1143/1730)’dan (1146/ 1733)'e kadar meydana gelen olayları anlattığı Osmanlı tarihidir. Çelebizâde İsmâ'il Âsım’ın eserine zeyl olarak yazılmıştır. Târîh-i Sâmî ve Şâkir ve Subhî ismiyle (1198/1784)'te İstanbul’da tarihçi Râşid ve Vâsıf Efendilerin yeniden açtıkları matbaada basılan ilk kitaptır. Subhî Tarîhi ismiyle de tanınan kitabın 1-71. yaprakları arasındaki kısmı Sâmî ve Şâkir’e aittir. Hanîfzâde, eserin isminin Târîh-i Vekâyî olduğunu ve (1143/ 1730-1147/1734) yılları arasındaki olayları kapsadığını belirtmekteyse de ele geçen yazmaların hiçbirinde olaylar (1146/1733-34)’ten ileriye gitmemektedir (Babinger 1992: 296). Eser üzerinde iki çalışma yapılmıştır (Aydıner 2007, Karadayı 2008). 3. Muhtelif nesirler: Bunlar bir takrîz, Örfî-i Şîrâzî’nin kıt'alarından birine yazılmış bir şerh, İzzet Paşa’ya sunulan bir arz-ı hâl ve Süleymân Çelebi’ye yazılmış iki mektûbdan ibarettir (Kutlar 2004: 23; Kutlar 2006: 355). Sâmî, XVIII. yüzyıl Türk edebiyatının önemli şairleri arasına ismini yazdırmayı başarmıştır. Gibb'e (1999: 309-310) göre o, İran edebiyatı etkisinde yazanların ve Nâbî'yi izleyenlerin en sanatkâr olanlarındandır. Şiirlerinde yerellik yok denecek kadar azdır. Dünyevî konulardan çok, felsefî ya da en azından düşündürücü konularda yazmıştır. Çağdaşı Nedîm'in bir akım haline getirmeye çalıştığı romantik ve neşe dolu şiirden sadece bir iki nazire yazacak kadar etkilenmiştir. Söylemeye değer bulduklarını bir ustanın hâkim olabileceği bir dille, etkileyici ve akıcı bir biçimde söylemiştir. Ancak onun dilini kavramak zahmetli, tarzı genellikle kapalı, anlaşılmaz ve düşünceleri derindir. Türk şairlerden Bâkî, Nâ’ilî-i Kadîm, Fehîm, Vecdî ve Nâbî’den; İranlı şairlerden Örfî-i Şîrâzî, Sâ’ib-i Tebrîzî, Şevket-i Buhârî ve Nâmî'den etkilenmiştir. Bağdatlı Rûhî’nin Terkîb-i Bend'ine yazdığı naziresi ise en tanınmış şiirlerindendir. Nâ’ilî-i Kadîm ile Şeyh Gâlib arasında köprü sayılan şair, özellikle Leskofçalı Gâlib, Yenişehirli Avnî ve Namık Kemâl'i etkilemiştir. Sâmî, eski diye nitelediği ve rağbet etmediği bir vadide (Sebk-i Irakî) bazı şiirler yazmıştır. Ancak dikkat çekici olan kimi beyitlerinde yeni bir tarza (Sebk-i Hindî) yöneldiğini belirtmesidir. Şiirde mazmun, nükte ve manayı ön plana almış, bunları şiirin özü olarak kabul etmiş, fakat lafzın önemini de tamamen dışlamamıştır. Şiirin, akıcı ve kısa olması gerektiğini düşünmektedir. Muhayyilesi geniştir. Benzerlik ilişkisi farazî ve uzak çağrışımlara dayalı, özellikle duyu organları ya da duyu organlarının işlevlerini kullanarak oluşturduğu benzetmeleri dikkat çekicidir. Kimi beyitlerinde nahiv bakımından bağımsız mısralar arasında sağlamaya çalıştığı "eşitlik özelliği" ve bu nitelikleri taşıyan beyitleri şiirinin öne çıkan özelliklerindendir. Üç kelimeden oluşan vasıf tamlamalarının yer aldığı, Farsça kurallara göre yapılmış zincirleme tamlamalardan meydana gelen bir şiir diline rağbet etmiştir. Deyim kullanmaya özen göstermiş, Farsça deyimleri Türkçe kelimelerle birleştirmiştir. Farsça unsurların diline bu denli hâkim olmasının bir tesadüf sonucu olmadığını, bilinçli bir tercihten kaynaklandığını, Anadolu’da Acem ibareleriyle böyle şiirler yazan başka şair bulunmadığını söyleyerek vurgulamıştır. Yazdıklarının hepsinin aynı güçte olduğunu söylemek mümkün değilse de Sâmî, renkli hayallerin yer aldığı şiirleriyle dikkati çekmiş, külfetli bir dilin güçlü şiirler kaleme almaya engel olmadığını kanıtlamış ve sanatının gücünü de bu nitelikleri taşıyan şiirlerinde göstermeyi başarmış bir şairdir (Kutlar 2004: 31-51).