Kitapta anlatılanın aksine bir canavarın yaratıcısıyla dostluğunun izlerinden oluştuğunu zannederek başladığım bu kitabı -bu benim kusurum olsun- kapattığımda Camus'un Yabancı'da dediği gibi; "...Sanki yaz göklerinde uzayıp giden aşina yollar, insanı masum uykulara olduğu kadar hapishanelere de götürebilirmiş gibi." sözleriyle açıklanabilecek bir haleti ruhiyenin içinde buldum kendimi. Ayrıca kitabın isminin böyle sofistike oluşundan mıdır nedir Frankenstein'ı canavarın kendisi zannetmiştim , meğer yaratıcısının ismiymiş ve kitapta yaratık için "iblis, canavar" gibi söylemlerin dışında bir isimle hitap edilmiyor. Okuduktan sonra anlıyoruz ki kitabın kapı araladığı bir husus da gerek ismen gerek resmen var sayılmanın insan veya bir yaratık için ne kadar önemli bir durum olduğu. Mary Shelly, Frankenstein ile birlikte kendi döneminin insanının suça sürüklenişini izah ederken, bin yıl sonrasının duygularına da ışık tutacağını tahmin etmiş miydi acaba. Buna benim cevabım evet olacaktır çünkü kitaptaki ruh hallerinin tasviri, anca insan doğasını çoktan keşfedip bu denli özümsemiş bir zihnin ürünü olabilirdi. Mary Shelley'nin hayal gücünün, kıvrak zekasının Serpil Çağlayan'ın çevirisiyle bizimle buluşması büyük şans olmuş zira okurken yeri gelip ürperdiğim, dehşete düştüğüm bölümlerdeki şiirsel üslup, bir nebze olsun yüreğime su serpmişti. Kitabın sonunda ise Walter Scott' ın bir son sözü bulunuyor. Bu son söz, kitabın türünü tam anlamak için bir kılavuz görevi görürken aynı zamanda içeriğin "dehşetindeki incelikleri" fark etmek için bir büyüteç görevi görmekteydi kanaatimce.