Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İrfan Bahçesi

Necdet Tosun

İrfan Bahçesi Sözleri ve Alıntıları

İrfan Bahçesi sözleri ve alıntılarını, İrfan Bahçesi kitap alıntılarını, İrfan Bahçesi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Zikrin sayısını saymak maksadıyla kullanılan ve “tesbih” adı verilen âletler de bid’at değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir defasında eşi Safiyye’nin yanına girdiğinde onun bir öbek çakıl taşı ile sayarak tesbih ve zikir ile meşgul olduğunu görmüş, onu bundan men etmemiş, başka dua ve tesbihler de öğretmiştir.[109] Demek ki çakıl taşı veya hurma çekirdeği türü şeylerle sayarak zikretme olayını Hz. Peygamber görmüş ve sükût etmiştir. Hz. Peygamber’in görüp de sükût ettiği (sustuğu) olaylara “takrirî sünnet” denir. Tesbih âleti de takrirî sünnet türündendir. Çünkü söz konusu hadisi açıklayan âlimler, çakıl taşı veya hurma çekirdeğini öbek hâlindeyken saymak ile onları (veya benzeri boncukları) ipe dizip tesbih âleti yaparak zikretmek arasında fark olmadığı kanaatindedirler.
Nakşbendîler’in bid‘at ve hurâfelere karşı hassas olduğunu bilen İbn Hacer Heytemî (ö. 974/1567) bu tarîkatı “Câhil sûfîlerin bulanıklıklarından uzak olan tarîkat-ı aliyye” şeklinde vasfetmiştir.
Reklam
Hucvîrî’nin (ö. 465/1072) Keşfu’l-mahcûb’da naklettiği şu rivâyet de sahte müşâhedelere bir örnektir: Cüneyd-i Bağdâdî’nin müridlerinden biri, kemal derecesine ulaştığına dâir kendisini bir hayâle kaptırmış ve: “Benim için yalnızlık, sohbetten ve cemiyet içinde olmaktan daha iyidir” deyip inzivâya çekilmiş ve cemaatle sohbet etmekten elini
Ali b. Osman Hucvîrî, Keşfu’l-mahcûb (nşr. Mahmud Âbidî), Tahran 1384 hş./2006, s. 498-499.
Hadislerde Sır
Hz. Peygamber’in “Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız”[76] sözü onun herkesi ilgilendirmeyen bazı özel bilgileri kendisinde sır olarak tuttuğunu ve ashâbına anlatmadığını ifâde etmektedir. Ayrıca bazı özel bilgileri herkese değil, sahâbeden sadece bazılarına verdiğine dâir rivâyetler de vardır. Meselâ: 1. Ebû Hüreyre: “Hz.
İmâm-ı Rabbânî tasavvufta yanlış anlaşılan bazı konulara da açıklık getirmiştir. Vahdet-i vücûd düşüncesinin tasavvufta bir mertebe olduğunu ifâde eden İmâm-ı Rabbânî, onun aşılarak vahdet-i şuhûd mertebesine, oradan da abdiyyet makâmına ulaşılması gerektiğini söylemiştir. Bu konuyu Güneş ve yıldızlar örneği ile şöyle anlatır: Gündüz Güneş doğunca yıldızlar görünmez hâle gelir. Bu esnâda bir kimsenin “Gökyüzünde yıldız yok, sadece Güneş var” (ya da yıldızlar hayâl ve Güneş’ten farklı değil) demesi ve böyle inanması vahdet-i vücûd ehlinin hâline örnektir, ilme’l-yakîn mertebesidir. Yani Sirhindî’ye göre, vahdet-i vücûd bir algı yanılmasıdır. “Gökyüzünde Güneş’ten başka bir şey göremiyorum, ancak bu durum yıldızların olmadığı anlamına gelmez, yıldızlar vardır ancak Güneş’in yoğun ışığı sebebiyle örtülmüş, görünmez hâle gelmişlerdir” diye düşünen kişi ise vahdet-i şuhûd ehlinin hâline örnektir, ayne’l-yakîn mertebesidir. Eğer bu kişinin görüşü güçlenir ve Güneş ile yıldızları ayrı ayrı görebilirse bu, diğer ikisinden daha yüksek bir mertebe olan hakka’l-yakîn (abdiyyet: kulluk) mertebesidir.
Ahmed Sirhindî, Mektûbât, I, 111-112 (no: 43)
Bizim zaman anlayışımız ile öteki âlemdeki zaman anlayışının farklı olduğunu ifade etmek için Kur’ân-ı Kerim’de: “Rabbinin katında bir gün, sizin saydığınız bin sene gibidir” (Hac, 22/47) buyurulmuştur.
Sayfa 132
Reklam
İsmâil Hakkı Bursevî (ö. 1725) Kitâbü’n-Netîce’de şöyle der: “Hattâ ba‘zı sâlikler, şeytânı beyne’s-semâi ve’l-arz serîr üzerinde görüp Hak Teâlâ olmak üzere zanneyleyip tarîk-ı Hak’dan hâric olurlar. Pes, böyle mevâzı‘da mürşid-i kâmil veyâ ilm-i nâfi‘-i şâmil veyâ ta‘rîf-i gaybî gerektir, tâ ki ol berzahdan halâs ola ve şeytânı gördükde Hakk’ı gördüm demeye. Zîrâ, bu i‘tikâda düşmekte mefâsid-i azîme vardır ki, şeytân sâliki bir tarîk ile bend ettikten sonra sûret-i Hak’da çok bâtıl ibrâz eder ve bu vartada kalanlar ve vehm ve hayâle tâbi‘ olanlar bî-haddir ve müteyakkız olup rucû‘ edenler nâdirdir. Belki ekseri çengâl-i şeytâna muallak olup kalmıştır.”[102] Yani bazı dervişler, şeytanı gök ile yer arasında bir sedir üzerinde görüp Hak Teâlâ zannederler ve Hak yolundan çıkarlar… Şeytan dervişi bir yol ile bağladıktan sonra, ona doğru diye birçok yanlış ve bâtılı gösterir. Bu tehlike içinde kalan, vehim ve hayâlin peşinden giden çoktur. Uyanıp doğru yola dönenler nâdirdir. Çoğu şeytanın çengelinde asılıp kalmıştır.
Derviş, hasta olunca doktora, fetva soracağı zaman müftüye, dükkan açacağı zaman ticaretten anlayan arkadaşlarına danışmalı, tasavvufi ve ahlaki konularda da şeyhi ile istişare etmelidir.
Sayfa 133Kitabı okudu
Rivâyete göre Hz. Îsâ’nın yolu bir gün bir mezarlığa uğramıştı. Kabirdeki ölülerin hâli ona gösterildi. Bir kabirdeki zâtın azap gördüğünü anladı. Allah Teâlâ’ya onu diriltmesi için duâ etti. Adam dirildi. Hz. Îsâ ona niçin azap çektiğini sordu. Adam: “Ey Allah’ın nebîsi! Ben dünyada yük taşıyan bir hamal idim. Bir gün bir kişi odun satın aldı ve bana odunlarını evine taşımamı söyledi. Odunları taşırken dişimde bir nesne (yiyecek parçası) kalmıştı, sırtımdaki odunlardan küçük bir kıymık koparıp kürdan gibi dişimi kurcaladım. Öldüğüm günden beri (izinsiz kullandığım bu kürdandan dolayı) azap çekiyorum. Allah’tan dile ki bu azâbı benden kaldırsın” dedi. Hz. Îsâ, Allah’a duâ etti. Allah Teâlâ: “Ey Îsâ! O hak sâhibi kişi hakkını helâl etmedikçe bu kişi azaptan kurtulamaz” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Îsâ, odunların sâhibinin yanına gitti, helâllik istedi, ondan sonra bu kişinin azâbı kaldırıldı.
[49]. Seyyid Muhammed Razavî, Miftâhu’d-dekâik: Fütüvvetnâme,, vr. 33b.
Hâcegân tarîkatının kurucusu Abdülhâlik Gucdüvânî hazretleri müridine tavsiyelerde bulunurken: “Fıkıh ve hadis ilmini öğren, câhil sûfîlerden uzak dur, sermayen fıkıh kitapları olsun” demiştir.
57 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.