“Bilim Kurgu” okumayı tercih ettiğim bir gerçek. Onlar “geleceğin öyküleri.” Bizden ileride yaşıyorlar ve okuru zamanın ötesine taşıyorlar. Düş gücünün varabileceği en uç nokta sanırım. Yine sevgili Şirâzem’in vesilesiyle okuduğum Kurt Vonnegut, Bilim Kurgu’yu bir araç olarak gördü: “Kameraları uzaya çıkarıp dünyada neler olup bittiğini oradan gözlemliyorum” dedi. Bir çocuğun sesiyle yazdığını söyledi. Alman kökenli bir Amerikalıydı ve kaderin ördüğü ayrıntılara bakın ki İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi’lere karşı savaşırken esir düştü. Dresden’e gönderildi. Yaşadıkları bundan da ibaret değildi üstelik. Her yerde karşısına çıkan nedense hep “ölüm” oldu ve her şeyi eserlerine kendi bildiği şekilde aktardı: Otomatik Piyano, Titan’ın Sirenleri, Kedi Beşiği, Mezbaha No: 5, Gece Ana, Şampiyonların Kahvaltısı, Galapagos ve daha fazlası... Hepsinde kendisine özgü o mizahî anlatımı yakalamak mümkün. “Harrison Bergeron” isimli distopik öyküsüne, “Yıl 2081’di ve nihayet herkes eşitti” cümlesiyle başladı ve hümanizme bakışını böylece ortaya koydu: “Hep istenen, ama bir türlü elde edilemeyen!” Kedi Beşiği’nden bir alıntı: “Güzelim dünya, seni kurtarabilirdik, ama öyle kahrolası adi ve tembeldik ki.”