“O ana kadar mavi deftere yazmak bana zevkten başka bir şey vermemişti, gitgide yoğunlaşan, çılgınca bir doyum duygusu. Sözcükler kafamdan sanki biri onları bana yazdırıyormuş gibi çıkmıştı; düşlerin, karabasanların ve özgür düşüncelerin billur diliyle konuşan bir sesin söylediği cümleleri kopya eder gibiydim. Ama 20 Eylül sabahı, yani söz konusu günden iki gün sonra o ses ansızın susuverdi. Defterimi açtım, önümdeki sayfaya baktığımda kaybolduğumu fark ettim, ne yaptığımı artık bilemiyordum. Bowen’i o odaya sokmuştum. Kapıyı kilitleyip ışığı söndürmüştüm; şimdiyse onu oradan nasıl çıkaracağımı hiç mi hiç bilemiyordum.”
Otuz dört yaşındaki romancı Sidney, aylarca süren ve onu ölümün kıyısına götüren bir hastalığın ardından yavaş yavaş hayata dönmektedir. Bir eylül sabahı New York’un Brooklyn semtindeki küçük bir kırtasiyeciden aldığı mavi ciltli bir defter, Sidney’i büyüsü altına alacak; genç adam onu, evliliğini yıkmakla ve gerçeğe duyduğu güveni sarsmakla tehdit eden şaşırtıcı olaylar ve rastlantılarla, ürkütücü önsezilerle dolu bir dünyaya sıkışıp kalacaktır.