Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Panteizm ve Vahdet-i Vücud Mukayesesi

Hüsamettin Erdem

Panteizm ve Vahdet-i Vücud Mukayesesi Sözleri ve Alıntıları

Panteizm ve Vahdet-i Vücud Mukayesesi sözleri ve alıntılarını, Panteizm ve Vahdet-i Vücud Mukayesesi kitap alıntılarını, Panteizm ve Vahdet-i Vücud Mukayesesi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Spinoza, gerek ruhun, gerekse şeylerin kendi kendisinin bilgisine sahip olmalarını zorunluluk ilkesinin gereği olarak görmektedir. Bu bir çeşit "kim nefsini bilirse Rabbini bilir" kelamının Spinoza'ca yorumudur.
Reklam
İbn Arabi'yi yargılamak
Herhalde bu aşk ehli için çok zor bir durum olsa gerektir. Burada insanın aklına hemen Mev­lana'nın şu sözü gelmektedir: " At ve Üzengi, deniz kenarına kadar gider. Ondan sonra tahta bir at gerek."
Sayfa 116Kitabı okudu
Her hareketin, olduğu yerde bir hareket ettirici vardır. Hareket ettirici hayat sahibidir.(Allah'tır)
Öz Şeyhim
Şeyhül İslam İbn-i Tey­miye'nin ise Vahdet-i Vücudçuların elebaşı durumunda olanların, katli­nin vacip olduğu hususunda fetva verdiği görülmüştür. Çünkü bunlar, İbn-i Teymiye'ye göre dindeki yıkımları sebebiyle, müslümanların elle­rindeki malları alıp dinlerine dokunmayan Moğollar ve yol kesici eşkıyadan daha tehlikelidir.
Garvie, Spinoza (1632 - 1677)'nın panteizmini yorumlarken de Spinoza’nın hem içkinci, hem de aşkıncı bir panteist olduğu hatasına düşmektedir. Ona göre "Spinoza, bütün eşya ve insanı İlâhî iki sıfat olan "FİKİR" ve "UZAM"ın sadece modustarı olarak kabul ederken içkincidir; fakat bu sıfatları ezelî ve ebedî, yok olmayan sıfatlar olarak kabul ettiğinde ise aşkıncıdır. Belki Tanrı'nın tam olarak kavranamaması ve metafizik bir gerçek oluşu, bizim açımızdan O'nu aşkınmış gibi anlamamıza sebep olabilir. Bu sadece bizim açımızdan böyiedir. Spinoza açısından ise, hiç de zannedildiği gibi değildir; çünkü Spinoza, tek gerçeklik kabul ediyor, o da cevherdir ve bu cevher Tanrı-âlem ikiliğini ortadan kaldıran ve onları aynileştirerek tek realite haline getiren mutlak bir gerçektir. Zaten bu sebepten dolayı Spinoza ilk tutarlı ve gerçek panteist sayılmıştır.
Reklam
"Mutlak Varlık", Ibni Arabi’de sadece Tanrı-Âlem münasebetini değil, bütün sisteminin özünü meydana getirmektedir.Ona göre, Ontolojik açıdan "Vucûd (Varlık)" birdir. Bu "Mutlak Birlik”tir. Buna ister Külli Cevher densin, ister ilk Muharrik, ister Külli Ruh, Külli Akıl vb. ne denirse densin, tek Hakikat, tek Vucûd vardır; O da, ALlah'ın vucûdudur. Eşyanın ayrıca bir vucudu yoktur. Onlar Allah’ın vucûdu ile varlığa gelen (kâim olan) çeşitli şekil (süret) ve tezahürlerdeki tecellîden ibarettir. Böyle olunca felsefenin varlık probleminde ele almış olduğu madde var mıdır? Maddenin mahiyeti nedir? Madde kadîm midir? Yoksa mahlûk mudur? gibi vb. sorulara da lûzûm kalmamış oluyor. Genel olarak, Ibni Arabî, varlığı; Mutlak Varlık, Mümkün Varlık ve ne var ne de yok olan; ne ezelî, ne de zamanda olan varlık olmak üzere üçe ayırıyor. Mutlak Varlık Tanrı, Mutlak Varlığa bağlı olarak varlığa gelen mümkün varlık âlem ve de son katagoride yer alan hakikatların hakikati, idelerin idesi, en yüksek cins, İlk Akıl vb. olan tanımlanamayan varlık.
Spinoza’nın Tanrı-Alem Münasebetinde İnsanın Yeri
“Spinoza, insanın hürlüğü ile düşünmesi arasında oldukça garip bir irtibat kuruyor. İnsan düşünen bir varlık olarak düşündüğü ölçüde hürleşir. Çünkü ruhtan çıkan upuygun fikirlerden doğan fikirler de upuygundur. Yani düşüncenin bir modusu olan akıl, düşündükçe, etkinleştikçe hürleşir; ilahi iradeyi ve ondan zorunlu olarak çıkan alemin nizamını daha iyi kavrar; düşünce ile cevhere katılmış olur. İnsanlar akıl düsturuna göre yaşadıkları takdirde Spinoza’ya göre, birbirleriyle daima tabiatca zorunlu olarak uyuşurlar; fakat bu, insanlar arasında hemen hemen hiç uyulmayan bir ilkedir.”
Sayfa 28
Spinoza, gerek ruhun, gerekse şeylerin kendi kendisinin bilgisine sahip olmalarını zorunluluk ilkesinin gereği olarak görmektedir. Bu bir çeşit "kim nefsini bilirse Rabbini bilir" kelâmının Spinoza'ca yorumudur. Spinoza'ya göre her kim kendisini, kendi duygulanışlarını açık ve seçik bilirse. Tanrıyı sever ve kendisini, duygulanışlarını ne kadar iyi bilirse Tanrı'yı o kadar iyi bilir. Demek oluyor ki, insan tikel şeyleri ne kadar iyi bilir, eşyayı ne kafdar iyi tanırsa Tanrı’yı da, o kadar çok iyi tanır. Ruhumuz bir çeşit ezeliliğe sahip şeyler gibi, kendi kendisini ve bedeni bildiği nisbette zorunlu olarak Tanrı'nın bilgisine de sahiptir. Bu bilgi sayesinde ruh Tanrı’da olduğunu ve Tanrı ile kendisini bildiğini bilir.
İlk önceleri VARLIĞIN BİRLİĞİ, daha sonraları ise VAHDET-I VÜCÛD olarak isimlendirilen bu tasavvuf kaynaklı düşünce mesleğinin sistemcisi lbn-i Arabî, üstün bir hafıza, geniş bir bilgi, örnek bir insan olarak yaşamış, gerçek sayısını henüz bilemediğimiz yüzlerce eser vermiş, hem İslâm, hem de Hıristiyan dünyasında ilgi toplamış bir fikir ve hâl adamıdır. Sûfîleri felsefesi sistem ve tesbit edilmiş görüşleri olmayan insanlar olarak vasıflandıran Ebu’l - A'lâ Afifi, lbn-i Arabi'yi bu tip süfîlerden istisna etmiştir. Ona göre lbn-i Arabi’nin sisteminde Vahdet- i Vücûd (Varlığın Birliği) görüşü hakimdir. Afifi, Vahdet-i Vucûd’un en olgun şeklinin Füsûsu’l - Hikem’de özetlendiğini, bunun düzensiz ve anlaşılmaz bir özet olduğunu, lbn-i Arabi'nin Vahdet-i Vücûd felsefesinin şuurunda bulunduğunu söyledikten sonra şöyle diyor: "Fakat felsefe eğitiminden geçmediği için O'nu nasıl ifade edeceğini bilmiyordu. O'nun sözde kalan paradokslarına ve sık sık görülen Islâm'ın naslarmı felsefenin ilkeleriyle uzlaştırma çabalarına pek fazla önem verilmediği müddetçe, O'na tutarlı düşünür denilebilir..."
Reklam
Varlığın Birliği hallâc'da daha açık bir şekil kazanır. Hallâc "Vahid ve Tevhid Onda ve Ondan: Fi ve An" diyerek, herşeyin Allah'da olduğunu, Onun gayrının bulunmadığını ifade ediyor. Buna göre "Zât vahiddir" "Hak sandığın şey, Hakkın kendisi değil, sadece Hakk'ın zühur ettiği âlemdir" Demek oluyor ki, hallaca göre, sadece Hakk vardır; Hakk'ın dışında bir şey yoktur; Ben de O’dur; Sen de 0'dur.
20 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.