Psikanaliz Açısından Cinsel Yaşamın Kökenleri Gönderileri
Psikanaliz Açısından Cinsel Yaşamın Kökenleri kitaplarını, Psikanaliz Açısından Cinsel Yaşamın Kökenleri sözleri ve alıntılarını, Psikanaliz Açısından Cinsel Yaşamın Kökenleri yazarlarını, Psikanaliz Açısından Cinsel Yaşamın Kökenleri yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tüm fizik ya da fizyolojik sorunlar aynı zamanda da psikolojik bir açıklama ister ve tüm psikolojik sorunlar, fiziksel nitelikli açıklamalar ister diyebiliriz
Şöyle ki; çok çeşitli olağan ya da hastalıklı ruhsal oluşumların dışavurumlarında, bireysel ya da ortaklaşa ruhsal oluşumda balık simgesi, daha doğrusu suda duran ya da yüzen balığın temsil edilmesi, cinsel birleşmeyi dile getirdiği kadar ana vücudunun iç kısmını da temsil eder. Böylesine özellikle ilgi çekici bir gözlem sırasında fantastik şeyler aklıma geldi: Acaba bu simgede penisin dölyolundaki durumuyla, dölyatağındaki çocuk ve sudaki balık arasında salt dış benzerliklerinden başka, suda yaşayan omurgalı atalarımızla ilgili olarak, bilinçdışı soyoluşsal bir çeşit bilgi dile gelmiyor mu? Çünkü üniversitede öğrendiğimize göre; insan soyu gerçekte balıkla başlıyor ve tüm omurgalıların atası, ister istemez insanın da atası olarak şu ünlü “amphioxus lanceolatus*” onurlandırılıyor.
“Bu yoruma göre cinsel birleşmenin evreleri, bireyin ana karnındaki varoluşun zevklerini, doğumun sıkıntısını ve bu tehlikeden sağ selim kurtuluşunun sevincini yeniden yaşadığı simgesel eylemler ile anlaşılmalıdır. Birey, dölyoluna giren penisle kadının vücuduna boşalan sperma hücreleriyle aynı kimliğe büründüğü zaman, denizlerin kurumasının jeolojik felaketi sırasında hayvan atalarının elverişli koşullar sayesinde aşmayı başardığı şu ölümcül tehlikeyi de aynı zamanda simgesel modele göre yinelemiş olur.”
Kültürel eğitimin uyguladığı baskının bir zevkten vazgeçmeyi hangi yöntemlerle elde ettiğini ve kökeninde sıkıntı veren bir işlevi nasıl kabul ettiğini görmemize izin veriyor: Bu yöntemler belki de zevk düzeneklerinin ustaca birleşmelerinden doğarlar.
Aşk da bir yapay uyutma mıdır, sorusu sık sık ortaya atılıyor; bizim anlayışımıza göre yapay uyutma da ve işin sonunda aşk da anne-çocuk ilişkisine geri dönüş olduğundan aynı yola çıkar.
Cinsel birleşme, bizim varsayımımıza göre özünde bireyin dayanılmaz bir gerilimden kurtulmasından ve bununla eş zamanlı olarak anaya ve tüm anaların anası denize geri dönüş güdüsünden doyumundan başka bir şey değildir.
Ruhsal oluşumların (düş, nevroz, mit, folklor vd.) cinsel birleşmeyi ve doğumu temsil etmek için aynı simgeyi sürekli olarak nasıl kullandıklarını saptamak çok dikkat çekici: Bir tehlikeden, özellikle sudan (dölyatağı suyu) kurtulmak; yine buna benzer biçimde, cinsel birleşme sırasında ve ana karnında varoluş boyunca duyumsanan heyecanları yüzme, su yüzünde kalma ve uçma heyecanlarıyla açığa vururlar; son olarak, cinsel organla çocuk arasında simgesel benzetme ne denli çok yapılır.
Ayartıcı silahlar arasında kimi kokular özel bir önem kazanır. Kedilerin birleşmesinde kediotu kokusunun rolünü biliyoruz. Tekelerle keçilerin kokularını tanıyoruz. Dişi kelebeğin kokusunun çekiciliği, erkek kelebeği kilometrelerce uzaktan çeker. Bununla birlikte, yüksek hayvanlarda dişinin cinsel organının özel kokusu, belki de ana karnındaki durum arzusunu uyandırdığından olacak, uyarıcı bir etki yapar. Örneğin ada tavşanının koku alma duyusu körletilecek olursa, cinsel gücünü yitiriyor. Yaşama başlarken alınan ilk duyular, diğer bir deyişle yaşam boyunca en önemli olanlar, doğum sırasında çocuğun algıladığı genital yol ve onun çev resindeki kokulardır (Groddeck).