Âzem'in gülücükleri, civcivlerin çağıltısı, sarmaşıkların hışırtısı, uğurlu evin üstünde çalan 4, soluğunu içine çekip durdu. İşte ossaat, Zilver kendini eriğin fokurdamasına bırakmışken, bir baktı ki erikten başka kimse konuşmuyor. Kaygı, bir odun gibi indi beline. Hani Âzem'inin sesi, hani kuş cıvıltısı, toprak uğultusu... Erik taşmak üzereyken, Zilver bir koşu çıktı sundurmaya. Âzem, güzel Âzem, küçük oğlan! Sırtı, kolları, bacakları çıplak, üstünde papatyadan daha beyaz bir dön, göğsünde sinek ısırıkları. Elinde siyah koca bir canavar, bir kayış, nereden buldu... bir kırbaç, ışıl ışıl bir kılıç, aman allahım bir yılan! Zilver, öte dağa vurup geri dönen tiz bir çığlık attı. Engerek de duydu, Âzem de... Çocuk engereği başından tutmuş, onunla oyun oynuyor. Engereğin güzel başını bütün gücüyle sıkıyor. Yüzünde neşeli bir gürültü, ağzının suyu çenesinden akıyor. Kenetlenmiş küçük parmaklarını yoğurda sokuşturup yılanın ağzına bulaştırıyor, sonra kendi ağzına götürüp şeker gibi emiyor. Âzem, anasına dönüp elindeki siyah kuşağı gösterdi, sonra biraz daha sıktı engereği. Kütür kütür bir ses geldi engerekten, kendi dişleri kendi etine girdi. Zilver'in gözleri buz tutmuş, dişleri kenetlenmiş, dudakları kanıyor, için için inliyor, onu bir tek engerek duyuyor.