- "Bedahet hissi, Peygamberlik makamının aslî ve mutlak sahibinin buyurdukları gibi "kalbde bir nur"dur ve izâhın üstünde bir şeydir.
Bir şeyi bedahetle bilir, akılla ararız. Bedahet hissimiz olmasaydı, akıl tek şey anlamazdı!"
- "Mikroskopsuz ve teleskopsuz, basbayağı çıplak gözle neye muktedir olunduğunu mu soruyorsunuz? O bizde yok! Ama gözü görmemeye mahsus bir ökse olmayanlardan bir misâl isterseniz:
- "Ağızları hep açık zerreler gördüm, onların oburluklarını yahut ufaklıklarını anlatsam uzun sürer!"
700küsür sene evvel mikropların vasıflarını tarif eden
- Hak ehli âlimlerden ruhun hakikatine ermiş olanlar azdır. Bilenlerse, ruhun kemâllerinden uzun uzadıya bahsetmeyip yanlış telâkkilere imkân vermemek için kısa kesmekle yetinmişlerdir. Ruhun kemâlleri, görünüşte bedenin kemâllerini andırdığı için aralarındaki fark gayet dakik ve naziktir. Bu inceliğe ancak üstün insanlar varabilmişlerdir...
- "Bir şey kımıldıyor! Bu üç kelime insan düşüncesinin en yüksek birleşimidir!"
Albert Einstein yüzümdeki ifâdeden şaşkınlığımı anlamış olacak ki:
- "Bu son noktanın açık sadeliğine hayret ediyorsunuz değil mi? En âdî bir tecrübe mahsûlü orta malı görünen bu neticeye varmak için binlerce yıl araştırmalar ve teoriler gerekti. İtiraf ederim ki, haksız değilsiniz. Fakat bununla beraber, bu kadar ilim dehâsını yoran terkib çabası sadece şuna varıyor: "Bir şey kımıldıyor!"... Aziz Johanna "Başlangıçta kelâm vardı" diyor. Buna
Johann Wolfgang Von Goethe, "başlangıçta fiil vardı!" diye cevap veriyor. Ben şu neticeyi çıkarıyorum: "Başlangıçta olduğu gibi sonrada hareket vardır!"... Daha fazlasını bilmiyoruz ve daha fazla bir şey söyleyemeyiz. İnsan bilgisinin en yüksek ve olgun yemişi basit bir muşmula ise, kabahat benim değildir. Birleştire birleştire, nihayet inanılmayacak kadar sade bir şeye varmamız lâzım geliyor!"
Rüyâ gören bir insan, ileride zuhura gelecek hâllleri, ya aynıyla veya bir misâl şeklinde görerek anlar. Eğer insanlar bu hâli öz nefslerinde bulmasalar, kendilerine:
- "Bazı kimseler baygın düşüp bütün anlayış vasıtaları karardığı hâlde gaibi görüyorlar!"
Denildiği zaman, bu iddiayı gülünç bulurlar ve şu cevabı verirler:
- "Duyuş ve anlayış vasıtaları faaliyette iken görülmeyen şeyleri bu hasseler hareketsiz kalınca görmek muhaldir!"
Ve böyle bir mantığın doğruluğuna inanırlar. Halbuki bizzat vakıa ve hâdise, böyle bir mantığı yalanlar. Nübüvvet tavrı da buna benzer. Öyle bir tavırdır ki, o, kendisine açılan hakikat, görmeyenlerin gözünde ancak muhal sayılacak ve akılla varılamayacak nevidendir. Resûl ve Nebî'ye tecelli eden, aynıyla hakikattir. Ve bu hakikatin aynen akıl tarafından müşahedesine imkân yoktur...
- " (...) İlim her zaman doğru olabilecek bir şey olan temel biçimini alır, ancak bu gerçekle sınırlı olduğu için, gelecekte bu sınırları keşfedeceğiz. Newton, maddenin hareketini yöneten kanunlar olduğunu, maddenin her zaman doğru doğrultuda ilerlediğini söylemişti ama, sonra izâfiyet kuantum mekaniği yetişti ve başak türlü olduğunu ispatladı. Gerçekten de, ilim her zaman keşfetmiş olduğu kanunların küllî olduğunu söylemiş, ancak sonradan bunların sınırlı ve ihtimâlî nitelikte olduğunu belirlemiştir. Ama bir şeyin mutlak olarak hiçbir zaman ispatlanamayacağını söylemekle, görülen hiçbir şeyin ispatlanamayacağını söylemek arasında da bir fark var. Bahsettiğimiz biçimiyle "delil" kelimesi, çoğunlukla bir şeyin mantıkî ve pozitivist keyfiyetini tartışmasız, yâni mutlak olarak gösterir. İzafî-nisbî bu sebeble de ispatlanmamış olan başka bir şeye bağımlı olan bir delil, aslında hiç de bir delil değildir.
Bu sebeble, ilmî kanunları doğrulayabileceğimizi, ama onları ispatlayamayacağımızı söylüyorum. Bir kanunu, onun işlediği geniş bir alan bulduğumuzu göstererek doğrularız, ama daha sonra onun hiç işlemediği bazı alanları keşfedebiliriz."
Fritjof Capra: Müşahede edenin zihni, elektronun sahib olduğu özellikleri icad eder, bu bakımdan da o özelliklere hiçbir şekilde objektif-afakî denemez. Modern fizik kartezyen-mayyeniyetçi düşüncenin zihin ve madde arasındaki ayırımını aşarken, sadece klâsik bir ideal olan tabiatı objektif tanımlama biçimini değersiz kılmakla kalmayıp, aynı zamanda "değerlerden arınmış ilim" mitine de meydan okumuştur. Âlimlerin elde ettikleri ilmi neticeler ve araştırmada kullandıkları teknolojik uygulamalar, kendi zihin yapılarında tesbit edilecektir.
Werner Heisenberg'in dediği gibi, "objektif gerçeklik kavramı böylelikle buhar olup uçmuştur..."
Lâedriye: Şüphecilik, bilinemezcilik. Agnostisizm... Nesnelerin kendilerinin hiçbir zaman bilinemeyeceğini ileri süren felsefe akımı. "Agnostisizm" tâbiri, ilk defa İngiliz filozof
Aldous Huxley tarafından kullanılmıştır ve daha sonra geriye götürülerek bütün bilinemezci görüşleri kapsamıştır. Eski Yunanda duyumcu sofistlere göre, bilgi, duyuların neticesidir ve bunun dışında hiçbir bilgiye erişilemez. Her insanın duyusu kendine göre olduğundan, zorunlu olarak bilgisi de kendine mahsustur ve herkes için geçerli bir bilgi olamaz..."
- "Ruhun iki âlem arasında berzah oluşu, yaratılışındaki asliyet bakımındandır. Ama o, unsurlardan mürekkeb bedene iliştikten sonra berzah âleminden çıkmış ve madde âlemine inmiştir.
Böylece, kendisi için şekilsizlik ve benzersizlik sıfatı örtülü kalmıştır..."
- Ruh, şekilsizlik ve benzersizlik âlemindendir. Bu yüzden mekân üstü olmak vasfı onda gerçekleşmiştir. Fakat ruhun şekilsizlik ve benzersizliği Allah'ın sıfatına nisbetle aynen şekil ve benzerlik derecesindedir. Mekân üstü olası da, yine Allah'ın sıfatına nisbetle aynen mekândır, mekân içidir. Denilebilir ki ruh, "Vacib-ül Vücut" âlemiyle imkân âlemi arasında berzahtır...