- "Kabir azabında elem ve uzviyetin suret ve şekli değil, bizzat kendisi tecelli eder. Uykuda duyulan azap hakikî bile olsa, nihayet dünya âlemlerinden biridir. Kabir azabı ise uhrevîdir. Ve aralarında büyük fark vardır. Dünya azabı, ahiret azabına nisbetle bir hiçtir!
Cehennem kıvılcımlarından bir tanesi dünyaya düşse her şey kül olur. Kabir azabını rüyâdaki acı gibi bilmek, azabın suret ve hakikatine nüfûz etmemekten ve bâtıl bir anlayıştır."
Auguste Comte'a göre:
- "Nesneler üstü metafizik kadar, nesnelerin kendisi fizik de bilinemez. İlim, bu iki bilinemez saha ortasında, sadece duyularımızla algıladığımız tecrübe ve gözlemlerin mevzuu olan vakıalarla uğraşabilir!"
Şems-i Tebrizi Hazretleri: "İncinme, ben ikiyüzlülük etmemeye söz verdim. Bundan dolayı dostlarımla doğru konuşacağım; çünkü söylemek istediğim sözü söyleyemediğim için söz elden gitti. Başka söz de hatırıma gelmiyor. ne söylesen ve söylemek istesen, nihayet sonraya bırakıyorsun ki sözü tamamlayayım diye; halbuki derviş sözü naziktir. Şimdi elden gitti mi, söyleyeceğim söz artık o sözden başka oluyor..."
Eric R. Kandel: Fizikî beyin ve düşünce arasında ilgi, davranış ve genel fizikî yapı arasındaki münasebetten çok daha fazla hassas ve ince bir münasebettir. "Sinir ağları" mevzuunda önde gelen araştırmacılardan biri olan
Eric R. Kandel, "iki kişinin birbiriyle konuşması gibi basit sosyal tecrübelerimiz bile bir insanın beynindeki sinir makinesinin tesiri başkalarının beynindeki enerji ile ilgili bağlantılarda uzun süreli ve doğrudan etkiler yapabilir!" demektedir. beyin statik ve davranışlarımızı belirleyen bir şey değildir; daha doğrusu, beyin akışkan, son derece rakik ve sürekli değişen bir enstrümandır. Her düşünce, tecrübe veya davranış beyinde enerji ile ilgili bağlantıları değiştirici ve sinir ağlarında bir değişikliğe sebeb olur. Kandel, bir konuşmada iki son derece karmaşık ve ortama uyumlu sinir ağının etkileştiğini ve birbirlerini değiştirdiğini söylemektedir; aynen, aynı nehirde iki kere yıkanılmaz hikmetinin, "nehire giren de aynı insan değil!" hikmetiyle beraber düşünülmesi gereği gibi, hiç kimse aynı düşünceyi iki kere düşünemez; çünkü düşünce faaliyeti, düşüneni değiştirir..."
- "Rüyâlar daima hâlistir ve hiçbir zaman boş değildir. Allah'ın ders ve hikmetlerini misâller âlemine nakşedici tecellilerdir. Zâhirlerine göre anlaşılması mümkün olmayan şeylerdir. Bazen aynıyla zâhirlerine göre çıkan rüyâlar bulunsa da, onların büyük kısmı tâbir ve tefsire muhtaçtır.
Immanuel Kant'a göre, ancak görünen bilinir ve öz bilinemez:
"Bizler sırlarla dolu bir âlemde bir rüyânın rüyâsını görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey, sadece hâdiselerdir. O hâdiseler ki, bilmediğimiz bir objeyle asla bilemeyeceğimiz bir süjenin birbirlerine olan ilişkisinden doğmuştur"
- "Masiva" ismi verilen imkânlar âlemi üç kısma bölünmüştür. Misâl âlemi, ruh âlemiyle, madde âlemi arasında berzah, kavşak çizgisidir.
Misâl âlemi ayna gibidir. Ruh ve madde âlemleri arasındaki mânâlar bu aynayla, lâtif sûretler hâlinde akseder. Ruh ve mânâ âleminden her mânâ ve hakikat için misâl âleminde hususî bir heyet ve suret vardır. Bununla beraber misâl âlemi, aslında suretler ve şekillerin âlemi değildir. Öbür kendilerine akseden mânâ ve hakikatlerin, suret ve şekil hâlinde toplayıcısıdır.. Bizzat kendisi, yâni misâl âlemi, aslında saf ve berrak bir aynadan ibarettir ki, ayrıca bir suret ve şekil belirtici olmaktan uzaktır. Onda görünen renk ve çizgiler, daima dışarıdan gelmedir."
- "Bedahet hissi, Peygamberlik makamının aslî ve mutlak sahibinin buyurdukları gibi "kalbde bir nur"dur ve izâhın üstünde bir şeydir.
Bir şeyi bedahetle bilir, akılla ararız. Bedahet hissimiz olmasaydı, akıl tek şey anlamazdı!"
Jean-Paul Sartre, 1943'de çıkan bir eserinde, varlık araştırmasında uğradığı hayâl kırıklıklarını anlatır. Ona göre hayâl kırıklıkları, varlık içinde yaptığı tahlillerin daima boşluk götürmesinden ötürüdür.
Fenomenolojik varlıkbilim araştırması insanı dönüp dolaşıp kendisine götürmektedir; insanın dışında hiçbir şey bulamaz ve bilemez. İçi ve kendiliğindenliği anlaşılabilen tek şey, insan şuurudur. Varlık sadece odur, bu varlığın çevresiyle olan ilişkisi daima "boşluk"a çıkar."
Albert Camus'ya göre de:
- "Kâinat uyumsuzdur ve bilinemez. İşte ağaç, sertliğini duyuyoruz.
Bu kadarla yetinmek zorundayız. İlim, giderek bize elektronların bir çekirdek çevresinde toplandıkları görünmez bir gezegenler takımından söz edecektir. Bu faraziyedir. Böylece dönüp dolaşıp şiirin alanına geldiğimizi ve hiçbir şeyi bilemeyeceğimizi anlarız..."
- "Hak ehli, ruhun maddeyi idrakini mutlaka his âletlerine bağlı görmezler. Belki bu idrak, ruh için, bedende bulunduğu müddetçe his-duyu âletlerini kullanarak kazanılmış bir sıfattır. Âlet ortadan kalkınca da sıfat yerinde kalır, Göz, kulak ve öbür his âletleriyle elde ettiği şeyler kendisinde kaydedilmiş olup, ruh onları bedenden ayrıldıktan sonra görür. Lâtif olan ruhun, kesif bedene ilişmesindeki murad ve hikmet, işte bu ahengin meydana gelmesidir..."
- "Mikroskopsuz ve teleskopsuz, basbayağı çıplak gözle neye muktedir olunduğunu mu soruyorsunuz? O bizde yok! Ama gözü görmemeye mahsus bir ökse olmayanlardan bir misâl isterseniz:
- "Ağızları hep açık zerreler gördüm, onların oburluklarını yahut ufaklıklarını anlatsam uzun sürer!"
700küsür sene evvel mikropların vasıflarını tarif eden
- Bir telâkki zümresi, meşhur ve emin Hadîsler, hattâ Kur'ân âyetleriyle sâbit olan kabir azabı üzerinde tereddüde düşmüştür. Bunların iddiaları, henüz gömülmemiş bir ölünün hissizliğine bakıp hüküm vermek gibi basit bir müşahededen ileri geliyor. Bunlara göre donmuş ve hareketsiz kalmış olan ölü, hiçbir azap duygusundan haber vermemektedir; eğer elem mevcut olsaydı hareket ve kıvranış, onun hissedildiğine dair bir işaret görünmek iktiza ederdi. Bu ham görüşe cevap şudur ki, yeri kabir olan berzah âleminde hayat, dünya ölçülerine sığmaz ve ona uymaz. Dünya hayatı neş'esinde evvel hassasiyet ve sonrasında iradî hareket vardır. Bu neş'enin tecellisi için bu iki vasıta dünyada zarurîdir. Berzah hayatında ise hareket asla şart değildir.. Hattâ berzah hayatının keyfiyetine, hareket aykırıdır. Orada sadece his ve hassasiyet vardır. Elem ve azabın muhatabı vicdândır. Şu hâlde berzah hayatı, dünya hayatının ilk unsuru üstünde derinleşicidir ve onun yarısı gibidir. Orada ruhun bedene ilişkisi de dünyadaki alâkasının yarı yarıya eksikliği içindedir.
Böyle olunca, ölünün berzah hayatına mahsus his içinde kalıp, hem en derin elem ve azabı duyması, hem de bunu hissettirmemesi ve azaba âit tezahürlerden bir şey göstermemesi, anlaşılabilecek bir şey olur. Allah Resûlü bu hususta ne buyurmuşlarsa hakikatin tâ kendisidir. Bu ölçüyü kaydetmekle, nübüvvet şuurunun akıl ötesi olduğunu işaret ediyoruz. (Her hikmette aklın kendisini tatmin ihtiyacı kaide değildir ve onun her şeyden evvel sınırını tanıması şarttır.
- "Her şeyden evvel risâlet ve nübüvvete ve onun müşahhas ifâdesi olan Büyük Resûle imân lâzımdır. O'nun getirdiği bütün ölçüler ve emirlere kayıtsız ve şartsız imân... Böyle olunca tam ihlâs ile kalbde huzur doğar ve şüphe karanlıklarından eser kalmaz."