...
Conscience’in* sözleri geliyor aklıma:
“Hastaydım, kafam yorgun, ruhum umutsuz, gövdem acılar içindeydi.
Tanrı’nın hiç değilse manevi enerji ve güçlü bir şefkat içgüdüsüyle donatmış olduğu ben, en acı bir cesaretsizlik çukurunun dibine düşmüştüm ve çok öldürücü bir zehirin, soluk alamayan kalbime dolduğunu duyuyordum. Yaylada üç ay geçirdim..
O güzel yöreyi bilirsiniz, insanın ruhu kendi içine döner ve eşsiz bir dinlenmenin tadına varır, her şey dinginlik ve huzur yaratır, orada, Tanrı’nın kusursuz yaratımı önünde, ruhunuz örf ve adetlerin boyunduruğundan kurtulur, toplumu unutur, toplumun el kol bağlayan zincirlerini gevşetir yenilenmiş bir gençliğin gücüyle..
Orada her düşünce duaya dönüşür, taze ve öz.
(* Bir Felemenk yazarı.)
.
Tablo (Gece Kahvesi) şimdiye dek yaptıklarımın en çirkinlerinden biri. Konu olarak değişik olmakla birlikte Patates Yiyenler ile eşdeğer bir resim.
İnsanoğlunun korkunç tutkularını kırmızı ve yeşil boyalarla anlatmaya çalıştım.
Oda kan kırmızısı ve koyu sarı, en ortada yeşil bir bilardo masası var;
dört tane limon sarısı lamba, turuncumsu, yeşilimsi ışık saçıyor. Her yanda en yabanıl kırmızı ve yeşillerin çarpışması, çelişmesi görülüyor: uyuklayan serserilerin figürlerinde, boş ve kasvetli odada, morda ve mavide...
Bilardo masasının kan kırmızısı ve sarı yeşili, örneğin, kontuvarın yumuşak XV. Louis yeşiliyle karşıtlık yaratıyor; kontuvarın üstünde bir de pembe çiçek de meti var. Bir köşede nöbet tutar gibi duran ev sahibinin ak giysileri ise limon sarısına ya da açık, ışıklı bir yeşile dönüşüyor.
...
“lambanın altında patateslerini tabağa el uzatarak yiyen bu insanlar aynı ellerle toprağı işlemiş adamlardır; istedim ki resim çiftçinin el çalışmasını ve bu kadar namusluca kazandığı besiyi yüceltsin.”
Şimdi tutturduğum yolu sonuna dek sürdürmek zorundayım; okumazsam, kendi bildiğim gibi çalışmazsam, hiçbir şey yapmazsam, aramaktan vazgeçersem, işte o zaman yok olurum. En acı yazgı olur benimki.