Bir eseri her zaman 'modern' anlamda "anlamak" gerekmez. Belli bir düzeyde eserle iletişim kurarak o güne kadarki bilinciniz daha da fazla bilinçaltı ve üstünüzle size nüfus etmesine izin vermek gerekir. Tıpkı bir hayvanla iletişim kurar gibi. Çünkü sanat doğası gereği vahşidir, sizin dilinizi konuşmaz, sizin düşünce kalıplarınıza uymaz ve sezdirmeyi tercih eder. Ben Ulysses'i bu bakış açısıyla elime aldım. Çevirmen Nevzat Erkmen'in sözlüğü eşliğinde okudumsa da bunun illaki gerekli olduğunu düşünmüyorum. (Dipnot eksikliği yüzünden ihtiyaç duydum.)
Mezarlık yolculuğu, sokak panaroması, sahildeki flörtleşme, Mrs Bloom kısmı en sevdiğim bölümler oldu. Herkes için bu değişecektir elbette. Tiyatro bölümü, sanırım alanım olduğu için, Joyce'a beni en çok yaklaştıran bölüm oldu. Strindberg'e hakimseniz bu kısım size kapılarını açacaktır. Hakim olmasanız bile bu rüya dünyasına kendinizi bırakmanız yeter. Söz konusu Ulysses olunca kadın okuyucunun daha avantajlı olduğunu düşünüyorum. Vahşiye, içgüdüye ve rüyalara kendini bırakmak... Stephen size ne yapacağınızı söylüyor:
"Evrensel dili müzik ya da rayihalar değil de o jest oluşturacakmış, dilin sıradan duyumları değil de temel anlıksallığı, yapısal ritmi anlama yeteneği."