Herkese merhaba, bugün uzun zamandır okumak istediğim bir kitabın yorumu ile geldim. Ben kitabın içeriğinden önce başkaca şeylere bi değinmek istiyorum. Şöyleki Camus bilindiği üzere Varoluşçuluk Felsefesinin önemli temsilcilerinden biridir. Bu kitabında da en temelde bireyi, bireyin özgürlüklerini, varoluşunu temele alan bu felsefenin kavramlarını kahramanımız Meursault üzerinden irdelemiştir.
Varoluşçu felsefe en özet tabirle, bireyin salt din, hukuk, gelenek görenek, sosyal kurallar üzerinden değerlendirilmemesi gerektiğini bireyin yalnız birey olarak kendi özgürlüklerinin varolduğu ve kendini bu şekilde gerçekleştirdiğini ileri sürer. Çünkü insan yalnızca düşünen değil, eyleyen, duyumsayan, yaşayan bir varlıktır. 20.yy başlarında ortaya çıkan bu felsefi akım insanın sürekli bir anlam arayışı içerisinde olarak, toplumun istekleri dışında hareket ederken, duyumsayıp yaşarken yaşamış olduğu o bunalımlı yabancılaşma durumunu ele alır.
İşte baş kahramanımız Meursault'da tam olarak bu bunalımın kurbanı olur. Sırf yaptıkları, düşündükleri, duyguları toplumun beklentilerine uyumsağlamıyor diye toplumun olumsuz yargısına maruz kalmış bir talihsizdir. Annesinin cenazesi öncesi ve sonrasında toplumun bir evlattan beklediği davranışları sergilememesi, daha sonra işleyeceği başka bir suçta, suçtan tamamen bağımsız olmasına rağmen, neredeyse delil olarak mahkemece kullanılır ve kahramanımız hakkında hüküm verilir.
Gerçekten Varoluşçuluk açısından da, edebiyat açısından da bir başyapıt. Mutlaka okuyun
Keyifli okumalar