Bir site ya da bir şato çölün ortasına konumlandırılırsa, bu şato,
nehirlerden veya uyacağı ya da uymayacağı bir örnek-dağı olmayan
dağlardan daha hakiki ya da daha sahte değildir; §ato vardır ve onunla birlikte işlerin, hakkında bir şeylerin söyleneceği bir düzeni olmaya başlayacaktır; şato şahinleri bu keyfe bağlı düzeni işin aslına uygun
Biz modernler ise artık tekerrüre değil, evrime inanıyoruz: Çünkü, insanlık uzun süre çocuk olarak kaldı, şimdi büyüdü ve artık mitlerden söz etmiyor; tarihöncesinden çıktı ya da çıkmak üzere. Felsefemizin hep destek vermek ve yüceltmek gibi bir görevi vardır, §imdi de destek vermek gereken şey (d)evrimdir. Bizegöre mit artık hakikati söylememektedir; buna karşılık, mitin hoş şeyler söylemediği kabul edilir:
Çünkü, hakikat yokluğunda toplumsal ve yaşamsal bir işlevi olmuştur.
Hakikat benmerkezci bir biçimde bize ait olarak kalır. Evrimin nedenini topluma bağladığımızda, mitin görmüş olduğu toplumsal işlev işin hakikati içinde olduğumuzu doğrular; aynı şeyi ideolojinin işlevi için de söyleyebiliriz, bu yüzden bu son sözün bizim için bunca değeri var. Bunların hepsi iyi güzel de, işin asıl zor tarafı, ya işin aslı yoksa?
Öyleyse, bir dönemden diğerine çok farklı programlara uygun olarak uzun süre mitlere inanılmı§tır, bu doğru. Genellikle hayal ürünlerine inanılır. Dinlere, okuduğumuz esnada Madame Bovary'ye, Einstein'e, Fustel de Coulanges'a, Frankların T rayalı kökenden geldiklerine inanılır; bununla birlikte bazı toplumlarda bu ürünlerin bazıları
Çünkü, aktarma biçiminin önemi yoktu; söz basit bir ayna idi; söz denince Yunanlıların aklına mit, sözcük dağarcığı daha doğrusu etimo loji, şiir, atasözleri kısacası "söylenen" ve tek başına konuşan her şey geliyordu (çünkü, bizim tek yaptığımız şey onu tekrar etmektir). O zamandan beri söz, nasıl olur da hiçten söz eder? Hiçliğin
Bu değişik olaylar, etrafını kaplayan olağanüstü şeyler nedeniyle hatıraları günümüze kadar korunmuş olan olaylardır. Ancak, bunu biz söylüyoruz, Yunanlılar değil; onlar geleneklerinin niçin ya da nasıl aktarıldığını merak etmemişlerdir. Bu gelenekler ortadaydı ya, daha fazlasına gerek yoktu. Yunanlılar geçmişin yansımalarının kendi aralarında olmasına bir an bile şaşırmamışlardır; çünkü her taraftan mit yağıyordu. Bu göktaşları onlara kadar nasıl gelmişti? Bunu düşünmediler; zira, aracıyı değil, yalnızca mesajı görüyorlardı. Bu nedenle, geçmişin bir hatıra bırakmış olmasından dolayı da şaşkınlık duymuyorlardı: Tıpkı bedenlerin gölgesi olduğu gibi, her şeyin kendi yansıması olması gayet normaldi. Mitin açıklaması yansıttığı tarihsel gerçekliktir, çünkü bir kopya aslıyla açıklanır. Yunanlılar yansımaların bunca yüzyılı nasıl, hangi yollardan ve hangi niyetlerle aşıp geldiğini merak etmezler. Aynı biçimde Kratulos'ta sözcükler betimledikleri şeylerle açıklanır; zamanın işi sözcükleri değiştirmekle sınırlıdır ve bu değişiklikler de tarih adını hak etmezler: Çünkü bu değişiklikler fonetik kurallara uymazlar, mutlak değil tesadüfidirler; hiçbir düzenlilik arz etmezler ve hiçbir yararları da yoktur. Artık mitin hakikati hayranlık uyandırmak ya da ulusal coşku gibi olumlu nedenlerden dolayı bozmuş olabileceği düşünülmeyecektir, bu değişimlerin nedeni tamamen olumsuzdur ve eleştirel düşünce eksikliğinden kaynaklanır. Yunanlıların bu anlam da bir mit bilimleri hiç olmadı, ancak yalnızca mitlerin aktardığı bir tarih bilimleri vardı..
İster alegori olsun isterse biraz değiştirilmiş efsane, mitler genellikle
kabul görüyordu, öyle ki, kendini basit eleştiriler yapmaya pek kaptırmayan Aristoteles tam da Metafizik adlı yapıtında sert bir ironi tarzıyla Olympos tanrılarının yemeği ambrosia ve ölümsüzlük suyu nektar konusundaki efsaneleri tartışmakta yarar gördüğünü söyler. Hatta mitlere inanmayanlar bile bunları tümüyle reddetmeye cesaret edemiyorlardı, işte karasızlıkları bundan kaynaklanmaktadır; bu yüzden çoğu
kez kendi efsanelerine yalnızca kısmen inanıyormuş ya da onlara inanmaya inanıyormuş gibi görünürler... Ancak bu tür kısmi inanış biçimleri var mıdır? Onlar daha çok, iki hakikat programı arasında tereddüt etmiyorlar mıydı? İki ye bölünen onların inançları değil, kendi gözlerinde kısmen bozulmuş olan mitti, çünkü mit şu iki hakikate bağlıydı: İçerik konusundaki inanılmaz ve değersiz şeylerin eleştirisi ve hayal ürünlerinin aklileştirilmesi, ki buna göre kapsarnın hiçbir şey ifade etmiyor olması ve boşu boşuna hayal edilmiş olması olanaksızdır. Yani mit hep doğruyla yanlışı harmanlıyordu; yalan inandırmak için hakikati süslemeye yarıyordu ya da hakikati bilmece yoluyla dile getiriyordu ya da sanki yalan gelip özdeki hakikate yapışmıştı. Fakat başlangıç itibarıyla yalan söyleniyor olamazdı. Mit ya yararlı herhangi bir bilgiyi, ya alegori görüntüsü altında, fizik veya teoloji öğretisini ya da
geçmiş zamandaki olayların hatırasını aktaracaktır. Plutharkos'un dediği gibi, hakikat ve mit arasındaki ilişki güneşle, ışığı alacalı bir çeşitlilik içinde dağıtan gökkuşağı arasındaki ilişkinin aynısıdır.
mit sorunu, Fontenelle'den
başlayarak Cassier, Bergson ve Levi-Strauss gibi modern düşünürlerde
mitin doğuş sorunu olarak görülmeye başlanır. Yunanlılar için bu doğuşsorun yaratmıyordu: Onlara göre, mitler özünde, otantik tarihsel efsanelerdir, çünkü var olmayan şeylerden nasıl söz edilebilirdi? Hakikat değiştirilebilir ancak hiçten söz edilemezdi. Bu noktada, Modernler
daha çok, bazı çıkarlar olmadan boşu boşuna konuşulup konuşulamayacağını merak ederler; hatta nedensiz efsaneleştirme düşüncesine büyük önem veren Bergson ilk önce, uydurmacılığın başlangıçta yaşamsal bir işlevi olduğunu ortaya koyar: Ancak bu işlev bozulur ve
genellikle boş yere çalışır. Bunu ilk söyleyen kuşkusuz Fontenelle olmuştur96: Ona göre, mitlerin hiçbir hakikat temeli yoktur ve hatta bunlar alegori bile değildirler; "O halde mitlerde insan zihninin hatalarının tarihi dışında başka bir şey aramayalım."
Yunanlılar ise yalanlar arasında bir hakikat arıyorlardı; hatanın kime ait olduğunu merak ediyorlardı; onlara göre, hatanın nedeni saflık, naiflik ve euetheia'dır (cahillik) , çünkü benimsenen sözcük böyleydi. "Tarihsel temelde
yanlışlıklarla karışmış şeylere" saflık yüzünden inanılıyordu ve mide
karışmış bu yanlışlıklara mythôdes deniliyordu. Yalanların asıl sorumlusu
saflıktı; ne kadar az saf olursa o kadar az uydurmacı olurdu.
Mitoloji karşısında oldukça kuşkucu davranan Aristoteles ve Polybios, konformizm ya da siyasi hesaplar nedeniyle Theseus'un veya
rüzgar kralı Aiolos'un tarihsel gerçekliğine inanmışlar, fakat mitleri
reddetmek için çaba göstermemişler, yalnızca onları düzeltmeye çalışmışlardır. Ne için düzeltmeye çalışmışlardır? Çünkü mitlerin hiç birisi, artık gösterilmeyen güvene layık şeyler değildi. O halde, mitlerin tamamını neden reddetmediler? Çünkü Yunanlılar efsanelerin baştan aşağı yalan olabileceğine hiçbir zaman inanmadılar; mitin antik dönemdeki
sorunsalı, az sonra göreceğimiz gibi, doğası gereği açıklanamayan iki
dogma ile sınırlıdır: Hiçbir şey başlangıcı itibariyle veya baştan sona
yalan olamaz, çünkü bilgi yalnızca bir aynadır ve yansıttığı şeylerle
öylesine iç içe geçer ki aracıyı mesajdan ayıramazsınız.
Gerçekten de, yeni bir efsane isteyen saf, ama kültürlü bir halk
vardı; bu efsane artık doğrunun ve yanlı§ın dı§ında bir yerde, zamanı
belli olmayan bir geçmi§te yer almamalıydı: Bunun "bilimsel", daha
doğrusu tarihsel olması isteniyordu. Çünkü eski moda efsanelere inanılmıyordu; bana kalırsa, bunun nedeni Sofistlerin Aydınlanmacılığı
(Aujklarung) değil, tarih alanında ortaya çıkan ba§arıdır; mit, alıcı
bulmak için bundan böyle kendine tarih süsü vermek zorundaydı. Bu
da söz konusu aldatmacaya yanıltıcı bir aklile§tirme görünümü verecektir: Bu tür ün önemli üreticilerinden biri olan Timaios'un aldatıcı,
çeli§kili özelliği bundan ileri gelmektedir: Timaios "dü§sel fikirlerle,
mucizelerle, inanılmaz öykülerle, kısacası niteliksiz batı! inanç ve koca
kan masallanyla dolu"bir tarih yazmı§tır; aynı Timaios mitlerin rasyonel bir yorumunu da yapmı§tır.
Halkın, içinde bazı mitlerin adının geçtiği kendi efsaneleri vardı; ayrıca herkesin, adını, niteliklerini ya da maceralannın ayrıntılarını bildiği Herakles gibi kahramanlar da vardı; tamamen klasik olan diğer efsaneler ise şarkılar sayesinde biliniyordu. Her ne olursa olsun, sözlü edebiyat ve ikonografi herkese, ayrıntısı bilinmese de tadı
Ne yapmalı bu saçma şeyler yığını karşısında? Bütün bunların nasıl olur da bir anlamı, bir motivasyonu, bir işlevi ya
da en azından bir yapısı olmaz? Efsanelerin otantik bir içeriğe sahip
olup olmadıklarını öğrenmeye yönelik soru hiçbir zaman kesin ifadelerle sorulmaz: Minos'un yaşayıp yaşamadığını bilmek için ilk önce mitlerin yalnızca boş masallar ya da tarihin değiştirilmiş biçimi olup olmadıkianna karar vermek gerekir; hiçbir olgucu eleştirmen efsaneleştirmenin (fabulation) ve doğaüstünün (surnaturel) üstesinden gelemez. O halde, efsanelere inanmaktan nasıl geri durulabilir? Atina demokrasisinin kurucusu Theseus'a, Roma'nın kurucusu Romulus'a ve Roma tarihinin ilk yüzyıllarının tarihsel gerçekliğine inanmaktan, Frank hükümdarlığının kökenlerinin Troya'dan geldiğine inanmaktan nasıl vazgeçildi?
Mitin logos ile düzeltilmesi, başlangıcından Voltaire'e ve Renan'a
kadar süren ve Yunan dehasının ününü yaratan akıl ile batıl inanç arasındaki bitmez tükenmez kavganın bir parçası değildir; Nestle'in aksini düşünmesine karşın, mit ve logos yanlış ile doğru gibi birbirleriyle çatışmazlar. Mit ciddi bir tartışma konusuydu ve
İnsan bir şeye nasıl yarı yarıya inanır? Ya da çelişkili şeylere? Çocuklar hem Noel Baba'nın kendilerine bacadan oyuncak attığına inanırlar hem de oyuncakların oraya anne ve babaları tarafından bırakıldığına; o halde çocuklar gerçekten Noel Baba' ya inanırlar mı? Evet, Darzelerin inancı da en az bunun kadar muğlaktır; Dan Sperber şöyle
Dan Sperber şöyle der: "Leopar, Etiyopyalıların gözünde, Etiyopya' da dinin temel ölçütü olan Kıpti kilisesi kurallarına itaat eden Hıristiyan bir hayvandır; bununla birlikte hayvanlarını koruma konusunda bir Dorze oruç günleri olan Çarşamba ve Cumaları haftanın diğer günlerinden daha az kaygılı değildir; o, hem leoparların oruç tuttuklarını hem de her gün avlarını yediklerini hakikat olarak kabul eder; leoparların her gün tehlikeli olduklarını deneyimiyle bilir, gelenek ise Hıristiyan oldukları konusunda ona güvence verir."