Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Krizantem

Krizantem
@krizantem
Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.
Reklam
Nasıl bir yerdi bu dünya? Ayın gökyüzünde asılı durduğu, ülkelerin sınırlarının değiştiği, insanlar, ülkeler ve etnik gruplar arasında savaşların olduğu bu dünya nasıl bir yerdi? Dünya gerilim yüklü bir yerdi. Ağaçlar, kuşlar ya da dağlar ne kadar sakinse, insan da o kadar gergin bir varlıktı. Kainat içindeki küçücük cismine rağmen insanın gerginliği ve acıları evreni kuşatıyordu.
"İnsanların giderek artan bir yüzdesi, gökyüzünden onları seyreden atalarının neler düşüneceğini ya da tarih kitaplarında kendileri için neler söyleneceğini değil, başkalarının onlar hakkındaki düşüncelerini dert ediyor; her eylemlerinin, kendilerini tanıyan ve tanımayan kişiler tarafından her Allah'ın günü nasıl eleştirilip yargılanacağıyla ilgileniyor. ... Amerika'da yapılan bir anket, bütün korkular içinde en kaygı verici olanının bu korku olduğunu ileri sürüyor."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sınırsız sayıda gezegenin olduğu evrende, bu evrenin bir köşesindeki dünya denilen gezegenin yüzeyinde, minnacık bir insan bir arabayı sollayamadığına öfkelenip üzülebiliyordu. Sonra da bu gezegende yaşayan insanlar ölüyordu. Şu küçük başarısızlık bu gezegenin insanlarında neden büyük bir öfkeye ve duygusal oynamalara sebep oluyordu?
Yakınlarda bir yerde okuduğuma göre, Amerikan Kızılderililerinin şöyle bir deyişi varmış: "Bir insanı yargılamadan önce gökte üç ay eskiyinceye dek onun mokasenlerinde yürü." ... Dışarıdan bakılınca pek çok yaşam yanlış, mantıksız, delice görünebilir. Dışarıda kaldığın sürece insanları ve ilişkilerini yanlış yargılayabilirsin. Yalnızca içinden, yalnızca gökte üç ay değişene dek onun mokasenleri içinde yürüyerek, dürtüler, duygular, insanı şöyle değil de böyle davranmaya iten nedenler anlaşılabilir. Anlayış, bilgiçliğin kibriyle değil, alçakgönüllülükle doğar.
Reklam
Var olan tek gerçek ve inanılası öğretmen, insanın kendi vicdanıdır.
Anlayış, bilgiçliğin kibiriyle değil, alçakgönüllülükle doğar.
"İlginç yıllar göresin," dermiş Çinliler birbirlerine. Bu iyi bir dilek mi sence? Sanmam, bu bana bir dilekten çok bir laneti anımsatıyor.
Rainer Maria Rilke'ye psikoterapi salık verildiğinde, şöyle cevap vermiş: "Şeytanlarımı kaçırayım derken, melekleri ürkütmekten korkarım."
Hayat giderek daralan bir tünel gibiydi. İnsan ilk doğduğunda tünel kocaman oluyordu. İstediğin her şey olabilirdin o zaman sanki. Sonra doğduğun anda belki yarı yarıya küçülüyordu tünel. Erkek doğduysan anne olamayacağın kesinleşmiş oluyordu ve bir manikürcü ya da anaokulu öğretmeni olman da pek muhtemel değildi. Sonra büyümeye başlıyordun ve yaptığın her şey bu tüneli biraz daha daraltıyordu. Ağaca tırmanırken kolunu kırdığında bir beyzbol atıcısı olmayı listeden elemiş oluyordun. Matematik sınavlarından kaldıysan bilimadamı olma hayallerinin hepsini çöpe atabildirdin. O kadar basit.
Reklam
Belki de söylediklerimi tersine çeviren o değildi; belki de sadece üzerlerindeki perdeyi kaldırıyordu. Geriye yalnızca bütün çıplaklığıyla gerçekler kalana kadar. Çirkin, kılıfsız ve ham gerçekler.
Her şey o öğleden sonra bir müzik olmuş, hıçkırıklarımıza karışmıştı. Bütün şehir bu müzikle hüzünlü bir koroya dönüşmüştü.
Bazen insanın kendini denemesi güzel bir şey, diye düşünmüştüm. İnsanın acıya ne kadar dayanabileceğini görmesi güzel bir şey.
Bazen zamanın dışına atıldığımı hayal ettiğim bir oyun oynardım. Gerçekten de ortaçağdan gelen ama 1987 yılında gezinen bir kızmışım gibi. Bu her yerde işe yarıyor.
Kitabı kapatıp sırt çantamın içine attım. Sonra çanta önümdeki koltuğun altına doğru ittirdim. Yolun geri kalanında da camdan dışarıyı seyrettim. Bina, ağaç, araba, minibüs, boş arsa, minibüs... Her şeyi en ince ayrıntısına kadar inceleyerek gördüğüm şeylerin içinde bir düzen bulmaya çalışıyordum. Yeterince dikkatli bakarsam belki de dünyanın parçaları bir araya gelip anlayabileyeceğim bir bütün oluşturur umuduyla yapıyordum bunu.
37 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.