Hemen her gün öğle geçereklerinde eve gelirdi. Peteklerle (arı kovanlarıyla) ilgilenmek, bazı tamirleri yapmak, aletleri bilemek, filiz halindeki mısır ve fasulyelerle uğraşmak, bazan hayvanlara taze yiyecek kesip biçmek, etraftaki küçük çocukların iğnelerini yapmak, hastalarla ilgilenmek, bazılarını okumak... Bir-iki saat içinde mutlaka yapacağı ve daha önemlisi çocuklarını da bir şekilde dahil edeceği evle ilgili ufak tefek işleri hep vardır.
Dolu ve hareketli birkaç saat.
Bir kısmı bizi eğitmek ve öğretmekle alakalı; kitap nasıl tutulup okunur bu da var, alet nasıl tutulup kullanılır o da var. Ardından hep tek türlü olan sebze yemeğini kendisi ısıtıp, hazırlayıp yer, sonra açık sarı kadranlı Zenit marka cep saatine bakar, o alışıldık sesiyle "ooğ çindi oldi" der, ikindi (çindi) ezanına 15-20 dakika kala, yaz kış yanından ayırmadığı çünkü rüzgâra ve güneşe karşı da kullandığı şemsiyesini eline alarak Büyük Cami'ye doğru tekrar yola koyulurdu.
Hem küfrüm hem dinim hem arı-duru hem de tortuluyum.
Hem yaşlıyım hem gencim hem de küçük bir çocuk.
Ben ölürsem, sakın bana öldü demeyin.
Aslında ölüydüm, dirildim. Dost aldı götürdü beni.
Oysa Allah insanlara yol göstermek için bir sivrisineği bile küçüklük bakımından onun üzerinde olan bir şeyi de örnek vermeyi ayıp görmez.
İnananlar bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. İnkar edenler ise küçük bir sineğin bedenine yerleştirilmiş olağanüstü taklit edilemez ilahi yapıyı görüp de yaratanın sonsuz ilim hikmet ve kudreti karşısına acizliklerini idrak ederek secdeye kapanacakları yerde, "Allah bu örnekle ne demek istemiş acaba? Böylesine örümcek karınca arı gibi değersiz şeylerden bahsetmek ve hayatımızdaki bu kadar basit ayrıntılarla uğraşmak Allah'ın hikmetine ve şanına yaraşır mı? Allah bizi yaratmış ve serbest bırakmıştır, ne diye hayatımıza karışsın ki? "derler
“Bu adada arı bulunur mu? Söyleyin bana. Balı nereden bulacağız? Ha! Ha!”
Vera sözlerine devam etti.
“Bakmayın bana öyle sanki deliymişim gibi! Son derece akıllıca bir soru soruyorum size. Arılar, kovanlar, arılar! Anlamıyor musunuz? O aptal tekerlemeyi okumadınız mı? Hepinizin yatak odasında var, üstünde düşünün diye konulmuş! Eğer biraz sağduyumuz olsaydı bunu anlamamız işten bile değildi.
‘Yedi Küçük Asker Odun Kırdı.’ Peki ya bir sonraki dize? Tamamını ezberledim, diyorum size!
‘Altı Küçük Asker Kovanla Oynadı.’ Bu yüzden soruyorum işte, bu adada arı var mı diye? Ne ilginç değil mi?“
"Ara sıra gökte gördüğümüz küçücük şeylerden beş yüz bir milyon tane."
"Sinek mi?"
"Yok canım. Şu parlayan küçük şeyler var ya."
"Arı mı?
"Yok canım. Tembellere türlü düşler kurduran şu küçücük sarı şeyler. Ama ben ciddi bir adamım. Öyle düş filan kuracak vaktim yok."
"Ha,yıldızları diyorsun."