- Neden ölüyorsun anne?
- Vaktim doldu, sıram geldi. Ah hayır sakın korkma. Ölüm de hayatın bir parçası...
Agusto’nun annesi ile bağı bu sahneyi getirdi aklıma.
Bu kadar kafası karışık bir karakterin gelgitlerine sebep, annesinin ölümü diye düşünüyordum. Annesi onun her şeyi. Öyle ki bir gün bile ondan önce uyumamış, o uyandığında ise çoktan uyanmış oluyordu annesi. Aşkı tadamamaktan muzdarip, sevdiklerinde annesini arıyor. Ama hayır sadece bu değil, bir ölüme sığmayacak kadar karışık, sürekli kendini arayan birinin, belki de hiç var olmayan kurgusal bir “nivola” karakterinin hikayesini görüyoruz. Kimi zaman karamsar kimi zaman da sevgi dolu.
“Onu rahatsız eden çiseleyen yağmur değil de şemsiyesini açmak zorunda olmasıydı. Kılıfında öylesine narin, öylesine şık ve güzel katlanmış ki! Açık bir şemsiye ne denli çirkinse, kapalı bir şemsiye de o denli şıktı.”
Kahramanımız, yazarımız ya da kurgusal karakter artık her hangisiyse işte; böylesine garip, kendi içinde düşünceleriyle boğuşan biri.
Tüm bu yazarın karakteri, çelişkileri, aşkta veya başka şeylerde kendini araması ve yine kendiyle çelişmesi belki de yazarın bunlardan beslendiğini gösteriyordur?
Unamuno’nun bundan önce hikayelerini okumuş pek sevememiştim ama Sis’i çok beğendim, okurken farklı bir şey okuduğunuzu hissediyorsunuz. Sonlara doğru yazar da kitaba giriyor, ön sözü yazanın romanın bir kahramanı olması da cabası.
Son olarak -kuramsal anarşist- enişte Don Fermin’e ve en çok da sadık köpeğimiz Orfeo’ya selam olsun :)
#kitapdunyam